Her şey, Avustralya’yı kasıp kavurarak 18,6 milyon hektarı ve 1 milyar hayvanı kül eden orman yangınlarıyla başladı. Ardından peşi sıra sahneye çıkan ırk savaşları, polis vahşeti ve depremler, şimdiye kadar yaklaşık 694bin kişiyi öldüren yakın tarihin en kötü salgınına yardımcı oyunculuk ettiler adeta. Yıllar gibi gelen aylar ve aylar gibi gelen haftalardan sonra, 2020 nihayet sona eriyor. Ancak öyle bir noktaya gelindi ki, tüm dünya bu senenin kapanışını bir uzaylı istilası ile yapmaya hazır!
2020’nin başında gelecek parlak görünüyordu – büyük gişe rekorları kıracak filmlerden (James Bond, Black Widow, Wonder Woman 1984) merakla beklenen dizilere (The Mandalorian, Ratched) sinematik ikramlarla dolu bir yıl daha olacaktı. Fakat Mart ayında dünya altüst oldu, karantina başladı ve sinemalar aylarca kapatıldı. Neyse ki çağımızın nimeti dijital platformlar vardı ki, hayata bir nebze tutunabildik.
Bu yıl film ve dizi izleyerek harika zaman geçirdiğimizi falan söyleyecek değiliz. 2020 ve “harika zaman” aynı cümleye yakışacak gibi değil. Yine de bizi alıp götürecek pek çok harika yapım izledik. İzlemesi keyifli dizi ve filmler, çatlaklar arasından kendine yol bulan çiçekler gibi 2020’de de filizlendiler. Biz de size onlardan bir buket hazırladık.
Geçtiğimiz Mayıs’ta dijital platform dünyasına gözlerini açan HBO Max’ın ilk iddialı dizisi. Ateistler ve inananlar arasındaki bir savaş nedeniyle yitip giden dünyadan uzaya kaçmaya çalışan gelecek insanının öyküsünü anlatan dizinin yapımcıları arasında Ridley Scott bulunuyor.
Londra’da sarhoş olduğu gecenin ardından başından geçenleri hatırlamaya çalışan genç bir kadının hikayesine odaklanan dizi, günümüz çağdaş dünyasının flört ortamındaki onay ve rıza kavramlarını sorgulatıyor. Sahi, özgürlük ve sömürü arasındaki çizgiyi nasıl çekmeli?
Marianne ve Connell… İrlanda’nın küçük bir kasabasında farklı geçmişlerden gelen ama birbirine kopamazcasına bağlanan iki travmatik aşık. Aslında hayatın ve ilişkilerin ne kadar toksik olabileceğine dair bir hikaye anlatıyorlar ve izlerken öyle ya da böyle insan kendine ait bir şeyler buluyor.
Teknoloji şirketlerinin – elbette uygun bir fiyata – insan bilincini dijitalleştirebileceği ve müşterilerine seçtikleri sanal ömür sunabildiği Upload’u yakın geleceğin bir tasviri olarak görebilir miyiz?
2008’deki finansal çöküşün ardından yeni nesil bankacıların sektöre hızlı bir giriş yapmaya hazırdır. Ancak şirketler bu gözü kara ekibi işe almaya hazır mıdır? İşte asıl soru bu.
Ex Machina ve Annihilation ile bu türdeki başarısını ispatlayan Alex Garland’ın sekiz bölümlük mini dizisi Devs, bilgisayar mühendisi Lily’yi merkezine alıyor. Erkek arkadaşının ortadan kaybolmasının arkasında çalıştığı şirketin olduğunu düşünen Lily, gizli geliştirme bölümünü araştırmaya başlıyor.
Nick Hornby’nin aynı adlı romanından uyarlanan High Fidelity ilk defa 2000 yılında, John Cusack’lı kadrosuyla sinema için uyarlanmıştı. Şimdi ise Zoe Kravitz’in star koltuğuna oturduğu dizi uyarlamasıyla karşımızda ve bizi popüler kültür meraklısı, müzik tutkunu plak dükkanı sahibesinin hayatına ışınlıyor.
Luca Guadagnino’nun (Call Me By Your Name) bizi 2016 yılına döndürdüğü bu gençlik drama dizisi, İtalya’nın Chioggia sahil kasabasında askeri bir üstte görev yaptıkları sırada gerçek kimliklerini keşfeden iki Amerikalı gencin hikayesini anlatıyor.
Oscar adayı Tony McNamara tarafından yaratılan, Büyük Catherine’in hikayesinin yeniden anlatımı The Great; film versiyonunun keskin, anakronik saçmalığını 10 saatlik düzensiz bir seriye taşıyor.
Glee, Nip Tuck, American Horror Story ve Hollywood gibi sıra dışı dizilerin yaratıcısı Ryan Murphy’nin Netflix’e bahşettiği son harikası Ratched, “One Flew Over the Cuckoo’s Nest”in lanet hemşiresinin gençliğinde nasıl biri olduğu sorusuna cevap veriyor.
Adı salgın hastalıkla anılacak bu yılın başarılı yapımlarından biri olan In To The Night, Polonyalı yazar Jacek Dukaj’ın The Old Axalotl adlı romanından esinlenen bir salgın hastalık dizisi. Karantina sürecinde izlerken “daha da kötüleri varmış!” diye şükrettiren dizideki önlenemez salgının sebebi bir virüs değil. Yaşam kaynağımız olan güneşin ta kendisi.
Babalarının gizemli ölümünden sonra üç kardeş ve anneleri, babalarının ölümüyle bağlantılı olabilecek atalarının evi Keyhouse’a taşınırlar. Evin sihirli anahtarlarla dolu olduğunu ise kısa süre içinde keşfedeceklerdir.
Vikings dizisinin bazı bölümlerine imza atan Steve Saint Ledger’ın yönetmenliğini yaptığı dizi, tarihin belli bir dönemine odaklansa da Viking gibi güçlü bir anlatım sunmuyor. Ancak karakterlerinin Latince ve Germence konuşması, izleyiciyi bir sonraki bölümü izlemeye zorlayan hızlı akışı ve başarılı çekimleriyle bir solukta bitirebileceğiniz bir yapım. Üstelik ikinci sezon onayını da kaptı!
Hulu’nun son sürüm dizilerinden A Teacher, Teksas banliyölerindeki lisede genç bir öğretmen olan Claire Wilson ile öğrencisi Eric Walker arasındaki yıkıcı ilişkinin karmaşıklıklarını ve sonuçlarını konu alıyor.
NBC’nin şahane müzikalinin başkahramanı Zoey, içine kapalı ama oldukça zeki bir yazılımcıdır. Sonra bir kaza, bir mucizeyi doğurur ve Zoey etrafındaki insanların en derin düşüncelerini şarkılar eşliğinde duyabildiğini keşfeder.
Kvodo adlı İsrail dizisinden uyarlanan dizi, Bryan Cranston’un yeteneği ile parlattığı hakim Michael Desiato’ya odaklanıyor ve yıllardır adaleti sağlamak için çalışan bir adamın, kazaya karışan oğlunu kurtarmak için mesleği ve babalığı arasındaki gelgitlerini izletiyor.
Yazar David E. Kelley (Big Little Lies) ve yönetmen Susanne Bier’in (The Night Manager) elinden çıkma diziye, başarılı bir terapist olan Grace Fraser (Nicole Kidman), sadık kocası Jonathan (Hugh Grant) ve New York’ta seçkin bir özel okula devam eden küçük oğullarıyla tanışarak başlıyoruz. Ancak Grace’in mükemmel görünen hayatı korkunç bir olayla parçalanıyor; vahşi bir ölüm, kayıp bir eş ve korkunç bir ifşaatlar serisi…
Bu lanet senenin belki de en güzel yanlarından biri olan Queen’s Gambit, senenin izleme rekoru kıranlarından da biri. 1950’lerde küçük bir yetimhanede satrançla tanışan Beth’in dünyanın en iyi oyuncusuna dönüşümünü izliyor ve başarının taşlı yollarında onunla birlikte ayağımız tökezliyor.
Your Honor ile kapıştırmak için bile izleyebileceğiniz dizi, William Landay’in aynı adlı romanından uyarlama. Ülkenin en saygın savcılarında biri olan Andy Barber, 14 yaşındaki oğlunun cinayetle suçlanmasının ardından olayı soruşturmaya başlar. Fakat kazdıkça, işler daha da karışacaktır.
New York’ta, Koyu Ortodoks bir Yahudi komitesinde yaşayan Esty için evlilik ve peşi sıra gelen tüm muhafazakar baskılar bardağı taşıran son damla olmuştur. Esty isimsiz bir kadın, sadece bir eş ya da anne olmak için gelmemiştir bu dünyaya. Kendini gerçekleştirmesi için, kaçması gerekir.
Bir uçuş görevlisi, olmaması gereken bir otelin yatmaması gereken bir yatağında, yanında ölü bir adamla uyanır ve ne olduğu konusunda hiçbir fikri yoktur. FBI ajanları tarafından sorgulandığında ve geceye dair hatıralarını bir araya getiremediğinde, kendisi de katil olup olmadığını merak etmeye başlar.
Dizi, II. Dünya Savaşı sonrası Hollywood’un altın çağında perdelerini açıyor. Herkesin ünlü olmak için kendi yolunu çizdiği bu dönem, tüm ışıltısının altında ırkçı, cinsiyetçi ve ayrımcı bakış açısının karanlığına gömülmüş durumda. Ryan Murphy ise film sektörünün yıllar geçse de değişmeyen leşliğini, irdelemeyi en çok sevdiği bu konu başlıkları üzerinden yapıyor. Dönemi yansıtmadaki başarısı ve insanın içine inceden bir umut aşılamasıyla kendini bir çırpıda izlettiren bir yapım.
New York, 1897. Bebekler kaçırılıyor ve ölü olarak bulunuyor. Sara Howard’a (Dakota Fanning), bu kan dondurucu suçu çözmede arkadaşları ruh bilimci Laszlo Kreizler (Daniel Bruhl) ve gazeteci John Moore (Luke Evans) eşlik ediyor. Her şey bildiğiniz gibi ama bu sefer çok daha heyecanlı!
Dark Materials ilk sezonunun üstüne çıkan bir performansla açıldıkça açılıyor ikinci sezonunda.
Kötü niyetli Magisterium tarafından yönetilen paralel bir dünyada, Dust adlı gizemli bir parçacık için çıkan savaş devam ediyor. Asıl soru şu; yetim Lyra, bu savaşın bizim zamanımıza yayılmasını önleyebilir mi
Bir buçuk yıl bekledikten sonra, bitmeyen sene 2020’de ekranlara dönüş yapan Ozark’ın ikinci sezonu Wendy’ye ağırlık veriyor. Wendy’nin gerçek yüzüyle tanıştığımız ve onu bu hale getirenler utansın dedirtecek flashback’ler ile devam sezonu epey bir heyecanlı.
Bir grup kanunsuzun, süper güçlerini kötüye kullanan yozlaşmış süper kahramanları alt etmek için giriştikleri haklı savaşı devam ediyor. İkinci sezonunda dizi, süper kahramanlık olgusunu sosyal medya parametreleri üzerinden irdeliyor.
Tarihteki en büyük borsa çöküşünün yaşandığı o kara Pazartesi gününü anlatan dizinin ikinci sezonu, olayın hemen sonrası ile perdelerini açıyor. Mo cinayetle suçlanırken, eski meslektaşları da peş peşe gelen sorunların üstesinden gelmeye çalışıyorlar.
Family Guy’un senaristlerinden Andrew Goldberg ve kankası komedyen Nick Kroll’un yaratıcı beyni olduğu Big Mouth, ikinci sezonunda da ergenlik problemlerini sürreal bir şekilde ele almaya devam ediyor.
Kraliyet ailesine daha önce benzeri yapılmamış şekilde mercek tutan The Crown, 2020 senesinin son demlerini çekilir kılmaya birebir. Bu sezonunda gönüllerin kraliçesi Lady Di ve “Demir Leydi” Margaret Thatcher ile tanışıyoruz. Bir de ana Kraliçe Elizabeth’i ekleyince yeni sezon; üç farklı kadının, farklı tutkulara dayanan güçlü karakterlerini izlediğimiz bir şölene dönüşüyor.
Konusu ve görselliği, kalplerimizin eriten Baby Yoda’sı ve özlediğimiz Star Wars lezzetini vermesiyle The Mandalorian, ilk sezonunda hepimizin aklını almış ve bize cevaplanması gereken birçok soru bırakmıştı. İkinci sezonda hala cevapsızız, ancak keyiften de dört köşeyiz…
İlk sezonunda uyuşturucu bağımlılığı tedavisi gören Rue’nun anlatımıyla uyuşturucu, seks ve şiddetin iç içe geçtiği bir dünyayı izlemiştik. İkinci sezon çekimleri pandemi yüzünden aksadı ve tüm sezon 2021 yılında gelecek. Yine de Euphoria, hayranlarını hasretiyle yakmayacaak ve vakit hızlı geçsin diye iki özel bölüm yayınlayacak. 2020 yılının muhtemelen yanlışlıkla yaptığı son güzellik olarak da düşünebilirsiniz.
Dizi, otuzlu yaşlarda dört arkadaşın anne olduktan sonraki hayatlarına mercek tutuyor. Her birinin doğum sonrası farklı şekillerde alt üst olan hayatları üzerinden anneliğin zorluklarını anlatan Workin’ Moms, çalışan bir anne olmanın zor yanlarını komedinin gücüyle gözler önüne seriyor.
Ryan Murphy yine en iyi yaptığı şeyi yapıyor ve bize ışıl ışıl bir film sunuyor. “Züppe” birkaç Broadway oyuncusunun yolu, eşcinsel olduğu için ailesi tarafından reddedilen genç Emma ile kesişiyor.
Merly Streep’in yeteneğini gözler önüne sermesine imkan tanıyan derin karakterini temeline alan film arkadaşlık ve güven meselelerini irdeliyor. Eski arkadaşları ile yolculuğa çıkan bir yazarın geçmiş yaralarını iyileştirme cabasını izliyoruz.
Iain Reid’ın aynı adlı romanından uyarla film, Charlie Kaufman’ın ellerinde bambaşka bir anlatıya dönüyor. Şimdi, geçmiş ve gelecek birbirine giriyor; travmalar ve hayal kırıklıklarını besleyen döngülerin içinde bitmek bilmeyen bir vazgeçiş hikayesi.
Aslında Mank, David Fincher’ın gazeteci babası Jack Fincher tarafından 30 yıl önce kaleme alınmıştı. Filme adını da veren ve konunun merkezinde yer alan kişi, tüm zamanların kuşkusuz en iyi filmlerinden olan Citizen Kane’in (1941) yazım sürecini ve senaristi Herman J. Mankiewicz’i, yani nam-ı diğer Mank. Dönem ve sektör hakkında çarpıcı şeyler söyleyen film için bu bitesice yılın son güzel şakası denebilir.
Peri anneannelerin modası geçti mi? Muhtemelen. Zira beyaz atlı prensler artık nadiren etrafta dolaşıyor ve koca etekli elbiselerimiz dolapta giyilmeyi bekliyor. Senenin başarılı komedilerinden Godmothered, bize en modern ve masalsılıktan uzak kadınların bile sihirli perinin dokunuşuna hayır diyemeyeceğini gösteriyor.
George Clooney, Solaris ve Gravity’de bir oyuncu olarak derin uzayı keşfederken, bir yandan da usta yönetmenler Steven Soderbergh ve Alfonso Cuarón’un yetişkinler için bilimkurgunun zorluklarını nasıl ele aldığını da yakından gözlemlemiş. Clooney’in hem yönetmen hem de başrol olduğu filmde, gözünü evrene dikmiş iki adamın karşılaşmasını izleyeceğiz. The Midnight Sky, 23 Aralık’ta Netflix’te olacak.
1820’li yılların İngiltere’sinin alışkın olmadığı bir aşkı anlatan Ammonite, paleontolog Mary Anning ile Londralı genç kadın Charlotte Murchison kaderin cilvesiyle beraber çalışmak zorunda kaldıklarında aralarında farklı bir bağ oluşmaya başlar ve romantizm de tam o noktada alevlenir.
Up, Inside Out, Monsters, Inc. gibi yapımlara imza atan Pete Docter ve Kemp Powers’ın yönettiği film, nihai soruya cevap arıyor; “bu dünyaya neden geldik?”
New York’un ünlü caz kulüplerinden birinde çalma hayalleri kuran müzik öğretmeni Joe Gardner, tam da hayaline kavuştuğunda kanalizasyon deliğine düşerek başka bir aleme geçiyor. Sanıyoruz asıl cevap orada bir yerde.
Disney ve Pixar’ın ilk kez birlikte çalıştığı filmlerden biri olan Onward’da elfler, periler, pegasuslar gibi büyülü varlıkların yaşadığı fantastik bir dünya iki elf kardeşin babalarını bir günlüğüne geri getirecek bir büyü bulma arayışını izliyoruz.
Şu senenin son demlerinde keyfimizi birazcık da olsa yerine getirecek bir şey varsa o da Wonder Woman’ın yeni filmidir! Gerçi salgın nedeniyle başına gelmeyen kalmadı, yayın tarihi ileri atıldıkça atıldı. Ancak nihayetinde film, Amerika’da vizyona girdiği tarih 25 Aralık’ta HBO Max dijital platformunu üzerinden de yayında olacak.
2020 Sundance Film Festivali’nin en çok konuşulan filmlerinden biri olmayı başaran Uncle Frank, bizi 1973 yılına davet ediyor. Eşcinsel bir New York Üniversitesi profesörünün genç yeğeni ile birlikte bir aile cenazesi için memleketlerine yolculuğunu konu alıyor. Yolculuk sırasında, biz izleyiciler de flashback’ler aracılığıyla şahane bir hikayeye tanıklık ediyoruz.
Başrollerini Kristen Stewart ve Mackenzie Davis’in paylaştığı Happiest Season, tam da kız arkadaşına evlenme teklifi etmeyi düşünürken ailesinin oldukça muhafazakâr olduğunu öğrenen Abby’nin hikâyesini anlatıyor.
Amerika’nın kurucu babalarından, ilk Hazine Bakanı Alexander Hamilton’un gerçek hayatını anlatan film orijinal Broadway oyuncu kadrosuyla Richard Rodgers Theatre’da, Broadway’de canlı olarak çekildi.
11 Eylül’de itfaiyeci babası görev başındayken kaybeden bir dövme sanatçısının stand-up dünyasına adım atışını anlatan Davison’ın yarı otobiyogafik filmi, Judd Apatow’un büyüleyici New York kadrajıyla keyifli bir seyirliğe dönüşüyor.
Eliza Hittman’in üçüncü uzun metrajlı fiminde 17 yaşındaki Autumn’un hikayesini izliyoruz. Autumn hem okuyor hem de bir süpermarkette çalışıyordur. Fakat beklenmedik bir hamilelikle işler değişir. Aşırı tutuvu Pennslyvania’sa yaşayan genç kızın hamileliğini sonlandırması için ailesinin izlini alması gerekmektedir.
Long Island’da bir okulda geçen hikayede Amerikan tarihinin en büyük eğitim skandallarından birine tanıklık ediyoruz.
Tenet muhtemelen bu senenin en çok konuşulan filmlerinden biri. Tıpkı 2020 gibi çelişkili duygular uyandıran filmi, Nolan’ın güç zehirlenmesi olarak gören de oldu, en başarılı filmi addeden de. Hangisi olduğuna siz karar vereceksiniz. Ancak her koşulda Nolan’ın teknik başarısı hoşunuza gidecektir diye düşünüyoruz.
Posterine baktığınız anda bir Sofia Copolla filmi olduğunu anlayacağınız Bill Murray ve Rashida Jones’lu filminde New York macerasına atılan genç bir annenin çapkın babası ile yeniden bağ kurma hikayesini izliyoruz.
Jane Austen’in aynı adlı romanından uyarlanan filmde, kendini yaşıtlarının aksine evliliğe değil çöpçatanlığa adamış Emma’nın hikayesi üzerinden 19. yüzyılın riyakar yüzüne tanıklık ediyoruz.
Senenin en başarılı gerilim filmlerinden olmayı başaran film, klasik görünmez adam mitini en dozu yüksek gerilimle tekrar insanın aklına sokmayı başarıyor.
Filmde, yaşadığı şehirdeki ekonomik kriz nedeniyle neredeyse tüm varlığını kaybeden Fern’in kendine nasıl bir yaşam kurmaya çalıştığına tanıklık ediyoruz. Tüm eşyalarını kaybetmesini fırsat bilip karavanıyla birlikte kendine nomad-vari bir hayat seçiyor.
Hem evliliğinde hem de iş hayatında sıkıntılar yaşayan lise öğretmeni Martin, kendini yorgun ve yaşlı hissetmektedir. Hayatına biraz renk katmak ve işleri yoluna koymak isteyen Martin, çılgın bir deneye kalkışır. Alkolün zihni açtığına inanan yaşlı kurt, okuldaki üç öğretmen ile birlikte bu tezi kanıtlamak için içmeye başlarlar.
Aynı günü tekrar tekrar yaşayan karakterlerin türevlerini Groundhog Day’dan Russian Doll’a kadar pek çok yapımda gördük. Palm Springs’n temel konusu bu, ancak film olayaçokbüyükbir fark katıyor. Filmin kahramanı Nyles, bu sonsuz döngüye hapsolalı çok olmuş ve kendisinin bu tekrar eden hayata tutunmak için çok farklı yöntemleri var.
Gerçek bir hikayeden uyarlanan film, 1968’de Chicago’da gerçekleştirilen Demokratik Ulusal Konferansı’nda Vietnam Savaşı karşıtı protestolar sırasında, hükümet tarafından komplo ve ayaklanmaya teşvik ile suçlanan yedi sanığın meşhur duruşmasını konu ediyor.
Vietnam Savaşı gazisi 5 siyahi, yarım kalan bir işi bitirmek için yıllar sonra tekrar Vietnam’a dönme kararı alır. Çıktıkları bu yeni serüvende ülkenin insanları ve doğasıyla tanışırken savaşın neden olduğu yıkıma da tanık olurlar.
Modern hayattan çok çok uzakta, etrafı uçsuz bucaksız düzlüklerle çevrili yoksul bir köy. Sanki takvimlerin geri kaldığı bu köyde mütevazi bir hayat süren Hassan. Onun hikayesini izlerken insanoğlunun trajedisine de tanıklık edeceksiniz.
Referanslar:
Bu içeriğin güncellendiği tarih 17/12/2020 19:25
Leave a Comment