Haziran’dan Ağustos sonuna kadar uçsuz bucaksız lavanta tarlalarının turist akınına uğradığı Aix en Provence, etrafındaki minik tarlalarla ilk bakışta ziyaretçileri kendine aşık etmeyi başarıyor.
Araba kiralamak yerine özel bir turla da gezebileceğiniz mekanların yanı sıra yolunuzun üzerinde L’Occataine fabrikasına girerek şirketin sadece 40 yılda nasıl bir dünya markasına dönüştüğünü öğrenebilir, yüzlerce ürününü mağazasından alabilirsiniz.
Bir öğrenci şehri olan Aix en Provence, minicik ve bir o kadar da tatlı bir şehir. Lavanta turu için Perşembe gününe denk geldiğimizde tüm şehir meydanını kaplayan birbirinden tatlı sokaklarda doğal ürünlerden plaklara uzanan sayısız renkli ürünle karşılaştık. Adeta bir göz banyosu!
Cours Mirabeau bölgesinin biraz ilersinde 18. Yüzyıldan kalma müthiş bir mimari, bugün şehrin en ünlü müzelerinden biri olarak ziyaretçilerini selamlıyor. Aynı zamanda caz konserlerine ve sayısız etkinliğe de evsahipliği yapan Hotel Caumont, Picasso sergisiyle bizi iki kat daha büyülemeyi başardı.
Şehrin en eski simalarından biri olan bu dükkan adeta bir kahve cenneti! Güne başlarken kahvenizi yudumlamayı, hatta yanınıza taze çekilmiş kahvenizi almayı ihmal etmeyin.
Dünya’nın en eski liman kentlerinden biri olan Marsilya, boydan boya uzanan Vieux Port ile sayısız kafe ve restoranı ağırlıyor. Genellikle turist kazığı olarak tabir ettiğimiz mekanları barındırsa da MUCEM’e doğru yürüyüp kültürel hazine yolculuğuna çıkmanız şiddetle tavsiye edilir.
Fort Saint-Jean ile MUCEM’i birbirine bağlayan köprü, adeta çağdaş bir mimari harikası. Ordunun ayrılmaz bir parçası olan ve 17. yüzyılda kurulan Fort Saint-Jean ve MUCEM arasında inşa edilen 115 metrelik köprüyü aştıktan sonra 2013’de açılan mimari harikasının ve Akdeniz kültürünün derinliklerini keşfedebilirsiniz.
Vintage ve street art meraklıları için bir cennet olarak nitelendirebileceğimiz Cours Jullien bölgesi aynı zamanda ikinci el kartpostallar ve ilginç mobilyaları barındıran Les Puces en Ville ile radarımıza girdi. Saatlerce kartpostal karıştırırken veya Underwood daktiloyu inceleyerek büyülenmeniz an meselesi.
Uzun zamandır gördüğüm en göz kamaştırıcı mimarilerden birine ev sahipliği yapan Marsilya, 1869’da kente su gelişini kutlamak üzere inşasını tamamlamış olan ve bugün bir bölümü Güzel Sanatlar Müzesi diğer bölümü de Tarih Müzesi olarak ziyaret edilen Palais Longchamp ile dudak uçuklatıyor.
Uzun zamandır bir otel çalışanını bu kadar sevmemiştim! Ta ki Touinou ile tanışana dek. Envai çeşit taze balık ve deniz ürününü bulabileceğiniz bu sevimli mekan hem uygun fiyatlı, hem de oldukça leziz öneriler sunuyor. Biz her zamanki gibi Moules Mariniere ve karides yolunda ilerledik.
Kültürel değişimin kalbinin attığı LA Friche in Belle, 19. Yüzyılda Fransa’nın en büyük sigara üreticisi olan fabrikanın 1970’de kapanmasından sonra yeni çehresine kavuşmuş. Konser alanlarından kitapçıya, açık hava sinemasından spor etkinliklerine kadar sayısız misyonu üstlenen La Friche, favori duraklarımız arasında yer aldı!
Şehre kuşbakışı bakmak isteyenler için paha biçilemez bir manzara sunan ikonik Notre Dame de la Garde, 19. yüzyıldan kalma büyülü mimarisiyle Marsilya’ya panoramik olarak görebileceğiniz noktaların başında geliyor. Oldukça rüzgarlı bir sabahta uğrayarak pişman olduğumuz ilk ziyaretimiz, bir gün sonra gün batımı saatinde zaferle noktalandı.
Hikayelere konu olan ufak balıkçı kasabalarının en lirik örneklerinden biri olan Cassis, Marsilya’ya tren veya otobüsle sadece yarım saat uzaklıkta. Rengarenk binalar ve balık kokan denize vuran ışığın parıltısıyla adım attığınız anda hayran kalacağınız koy, kafa dinlemelik bir akşam yemeği için birebir!
Bu içeriğin güncellendiği tarih 17/02/2019 14:42
Leave a Comment