Tiyatro

Aramızdaki Mesafe: Gerçek, Kurgu ve Bülent’ler Arasında Bir Oyun

Bu hafta DasDas’ta, Bülent Gültekin’in “tek kişilik çok sesli oyunu” Aramızdaki Mesafe’yi izledim. Metni oldukça ilgi çekici bulduğumu söyleyerek başlayayım.

Bülent Gültekin sahneyi bir açılış konuşmasıyla açıyor ve seyircilere maksadını, hikâyesini anlatarak oyuna yumuşak bir geçiş sağlıyor. 80 dakika boyunca, sahnede üç Bülent’le tanışıyorsunuz: İlki sizi ağırlayan “oyuncu Bülent”, ikincisi üç yıl önce amcasının günlüğünü bulan Bülent (ona sadece Bülent diyelim) ve üçüncüsü anlatıcıyla aynı ismi taşıyan amca Bülent Gültekin.

Giriş nerede bitiyor, oyun nerede başlıyor söylemek güç. Bülent tiyatroya veda ettiği öfkeli bir döneminde buluyor amcasının günlüğünü, “Laik ailesinden kaçan dindar Bülent ile dindar ailesine başkaldıran laik Bülent” diyor kendisiyle amcası arasındaki ilk düğümü atarken.

Amca Bülent, babası onu evden kovunca öfkelenip köyü terk ediyor ve şehre geliyor. Elinde bir adres (Şaşmaz mahallesi, no 47 miydi sanki?), aklında bir güzelin “Hadi bul beni” diyen sesi. Fakat hayat bu ya, aşkını bulamadan, cemaate karışıp şeyhini buluyor. Zaman su gibi akıp geçerken, şeyhin şeytan atfedilmiş ikiz kardeşinin kurduğu düşman cemaati gözetlemeye gönderiliyor. Bayram gelince köy yakılıp yıkılacak, ona inanan kim varsa ortadan kaldırılacak. Devlet kademelerinde dostluklar kurulmuş, gözler bağlanmış ve kulaklar kapatılmış, yalnızca Bülent’in ortalığı sakince kollaması kalmış. Fakat zihninde onunla konuşan güzel sesin yaşadığı adres aynı köyde çıkınca, üstüne sevdiği kadın bir başka şeyhin rızasını şart koşunca, Bülent iki şeyh arasında sıkışıp kalıyor. Salona yerleştirilmiş hoparlörler ile anlatı adeta dört bir yandan kuşatıyor seyircisini.

Oyuncu Bülent, bu anları iki omzuna geçirdiği iki farklı tülle anlatıyor. Hangi omuzdu sahi iyi meleğin yer ettiği? Hangisi fısıldardı insanın kulağına kötülükleri? Amca Bülent’in hikayelerinin arasına, Bülent’in hikayeleri dahil oluyor. Dindar bir evde yetişmiş, babası bir anda tüm hayatını değiştirmeye karar verince kendini hiç olmayacak bir isimle yeni bir lisede bulmuş. Babası onu sevsin istemiş, iki Bülent de baba sevgisini çok geç bilmiş. Bir doğum gününde eve geç gelip, hayallerinin üzerinden beş lira uzatmış Bülent’in babası, amcası bir başka mektupta almış babasından aynı parayı. Bülent tiyatroyla tanışmış, bir duayı okur gibi okumuş Oedipus’un tiradını tekrar tekrar. Babasını öldüren, iki gözü kör kalmış Oedipus -ne ironik. Amcası nasıl aşık olduysa bir genç kıza, Bülent de aşık olmuş tiyatroda bir başkasına. İki hayat, iki Bülent ve onlara dokunan onlarcası, dönüşüp durmuş yıllar boyunca.

Tüm bunlar olurken, aynı karnı paylaşıp aynı krallığa göz koymuş iki şeyhin hikayesi bir Yunan tragedyası gibi Oedipus’un seslerine karışır ve oradan Romeo ve Juliet’in balkonuna uzanıken; şeyhlerin, padişahların ve kendini padişah sananların olduğu her yerde olan şey yeniden olmuş. Juliet milyonuncu kez söylemiş aynı sözcükleri: “Ah Romeo! Neden Romeo’sun sen? İnkâr et babanı, adını yadsı!” -ve milyonuncu kez can vermiş sevdiğini de öldürerek. Çehov’u haklı çıkaran bir son belki -bir sahnede silah varsa mutlaka patlar, öyle değil mi?

Bu otobiyografik bir anlatı mı? Bence bir tiyatro metninde bunu söylemek güç. Nihan Kaya, Buğu romanında Nihan Kaya isimli bir karakteri anlatır. Anlattığı Nihan’ın kronolojik geçmişi kendisininkiyle birebir uyuşur ve hatta anlatı “Gerçek” ve “Roman” isimli bölümlerle sıralı şekilde ilerler. Fakat bu kurmaca bir metindir ve yazar sorar: “Arka arkaya söylediğim iki şey doğru ise, mesela önce adımı ve sonra yaşımı söylüyorsam ve doğru da söylüyorsam, bu söyleyeceğim üçüncü şeyin de doğru olacağına delalet eder mi?”. Roman, bu kışkırtmayı sürdürmek istercesine akar, “Gerçek” ve “Roman” iç içe geçer, “İnan” der metin size “Ben gerçeğin ta kendisiyim”.

Romanı okumamın üzerinden tam 6 sene geçse de, Aramızdaki Mesafe’den çıktığımda kendimi aynı hisler ve kışkırtmalar içinde buldum. Bülent, Bülent’se ve babası Levent’se, ve anlattığı pek çok şey gerçekse, o hâlde tüm bunlar gerçek mi? Sanıyorum, otobiyografik öğeler barındırdığını söylemek ve oyunu olduğu gibi, bir “oyun” olarak kabul etmek en güzeli.

Teşekkürler tiyatro, bizi oradan oraya savurmaya devam ettiğin için.

Leave a Comment
Paylaş
Aylin Bilirdönmez