Bir çocuğa en sevdiği rengi sorduğunuzda, alacağınız cevap aşağı yukarı bellidir: Pembe, mavi, sarı, kırmızı, yeşil… 1883 yılında Berlin’de doğan bir çocuk ise, bu sıradan soruya sıra dışı bir cevap verdi: “Çok renklilik!” O zeki çocuk, gün gelip kendi çizgisini bulacak, Bauhaus Okulu ile mimari ve tasarımda devrim yaratacak Walter Gropius’tan başkası değildi.
Bauhaus, en basit tanımıyla, 1919-33 yılları arasında faaliyet göstermiş bir Alman sanat ve tasarım okulu. Birçok uzmana göre ise, 14 yıllık kısacık varlığına rağmen, 20’nci yüzyılın en uzun ömürlü tasarım ekolü. Bugün bile hayatımızın her alanında; bağımlısı olduğumuz teknolojik aletlerimizin yalın tasarımını, evlerimizin kullanışlı minimal çizgilerini, otomobillerimizin “cool” hatlarını Bauhaus’un modernist devrimine borçluyuz.
1919 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında açılan Bauhaus Okulu, döneme hâkim şaaşalı mimari ve tasarım anlayışının aksine; sadeliği, işlevselliği, tekniği ve zanaatı ön planda tutarak, zor şartlar altında ortaya çıktı. Mimar Walter Gropius, okulu kurarken, Zanaatkarlar ve sanatçıların ortak bir amaç için birlikte çalıştığı ortaçağ locası Bauhütte’yi model almış, Britanya’da Sanatlar ve Zanaatkârlar akımını başlatan William Morris’ten de etkilenmişti.
Mimarlar, heykeltıraşlar, ressamlar hep birlikte zanaatlarla geri dönmeliyiz. Çünkü sanat bir meslek değildir! Sanatçı ve zanaatçı arasında önemli bir ayrım yoktur.
Bauhaus Okulu zamanının oldukça ötesinde; yaratıcı, zorlayıcı, gerilimli ve özgür tartışmaların had safhada yaşandığı, aynı zamanda kostüm partileri ve türlü eğlenceleriyle nam salmış bir yerdi. Bu aykırı ruhun, okulun konuşlandığı Weimar şehri muhafazakârlarını ayaklandırması çok sürmedi ve tepkiler üzerine Bauhaus ahalisi 1925’te kuzeydeki sanayi kenti Dessau’ya taşındı.
Walter Gropius burada, bizim de hareketin 100’üncü yılında görme fırsatı bulduğumuz, Bauhaus’un temiz çizgilerinin hayat bulduğu okul binasını inşa etme şansı buldu. Hikâyenin devamını okulu birlikte gezerken anlatayım şimdi…
Şubat ortasında, herkesin bize deli gözüyle baktığı, buz gibi Berlin’e biletlerimiz aylar öncesinden alındı. Amaç, dünyanın en ünlü ama en kısa süreli, zamanının ötesinde ortaya çıkan, Walter Gropius’un kurucusu olduğu Bauhaus akımının 100. Yılında, “Bauhaus School”u, var olduğu topraklarda ziyaret etmek.
Berlin’e her gittiğimizde, zamansızlıktan ve yoğunluktan, gez gez bir türlü bitmeyen Berlin yüzünden, Dessau’daki Bauhaus Okulu’nu ziyaret edememiştik. Meğer bu seneyi bekliyormuşuz.
Bauhaus’un 100. yılında, sonunda Dessau’ya gitmeyi başarıyoruz! Hem de Şubat ortasında, bulutsuz, güneşli, 15 derecelik bir havada! 🙂
Çekiciliğinden bir türlü kurtulamadığım geometrik detaylar ve sadelik, tasarımın arkasındaki zanaatın önemi, tasarımda işlevsellik, mimaride modernizm gibi kavramlar, üniversite yıllarında Bauhaus akımını keşfetmemle, beni daha sonra tutkuyla araştıracağım, garip bir dünyaya çekti. Oldukça şanslıydım, çünkü hayat arkadaşınızla benzer ve biraz da nadir zevklere sahip olmak sizi enteresan yolculuklara çıkarabiliyor.
1919 yılında, 1. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında, Walter Gropius ‘un kurucusu olduğu, Weimar’daki Bauhaus okulu, 1900’lerdeki şaaşanın aksine, sadeliği ve tasarımda sadece işlevselliği ve zanaatı ön planda tutarak, oldukça zor şartlar altında ve zamanının oldukça ötesinde bir akım olarak ortaya çıktı.
1919-1925 yılları arasında Weimar’da faaliyet gösteren okul, 1925-1932 yılları arasında politik sebeplerden ötürü önce Dessau’da ve daha sonra ise 1932-1933 yılları arasında Berlin Bauhaus Archive’de faaliyetini sürdürmüş. Bauhaus Archive’e ilk ziyaretimiz 3 sene önce idi. Bembeyaz bir fabrikaya benzeyen mimarisi ile ilk görüşte sizi oldukça etkileyebiliyor. Ancak bizim bu seferki gezimiz, bugün yine bir müze olarak kullanılan, Dessau’daki, ünlü Bauhaus Okulu. Weimar’da halen faaliyetini sürdüren “Bauhaus University” ise bir sonraki turumuza kaldı.
Berlin’den sabah erkenden, Dessau’ya giden trenimize atladık ve güneşli bir havada, bir buçuk saatlik bir yolculuktan sonra, muhtemelen Almanya’nın en sakin ve en düzenli kasabalarından biri olan Dessau’ya ulaştık. Dessau kasabası tam anlamıyla Bauhaus’u sahiplenmiş durumda diyebiliriz. Sokak isimlerinde, bina isimlerinde yazı karakterlerine kadar her yerde Bauhaus akımının etkisini görüyoruz.
İstasyondan hemen 500 – 600m sonra, okul bütün görkemiyle, daha sonra rehberimizin belirttiği tabiri ile “geçmişten fütürist bir mesaj” gibi karşımızdaydı. Cam pencerelerden oluşan görkemli ana duvarlar, girişteki Bauhaus sokak lambaları ve tabii ki okulun kırmızı kapılı ve tabelalı girişi, ilk gözümüze çarpan detaylar. Biz tabii ki hemen binayı geçip sola dönüyor ve binanın ön cephesine bakan kısmındaki, o ünlü “Bauhaus” logosunu fotoğraflamaya gidiyoruz.
Burak’ın yaklaşık bir-bir buçuk saatlik fotoğraf macerasından sonra okulun kapısından içeri sonunda adımımızı atıyoruz.
Binaya girdiğinizde hemen sağda, eskiden okulun marangozhane olarak kullanılan atölyelerinden birinde, bilet gişesinin de içinde yer aldığı, oldukça büyük ve Bauhaus ile ilgili birçok kaynak kitap, poster ve akıma uygun hediyelik tasarımlar bulabileceğiniz bir müze dükkanı sizi karşılıyor. Hemen gişeye doğru geçiyoruz ve biletlerimizi alırken, önümüzde bir tur ekibinin okulun içine doğru ilerlediğini görüyoruz ve biletleri kapıp, günün hatta haftanın ilk İngilizce turlu gezisine katılıyoruz.
Hemen belirtelim, okulun tek İngilizce rehberli turu Cuma günleri, ziyaret etmeden önce, yazının sonunda bilgi için vereceğimiz web sayfalarını dikkatlice okumanızı tavsiye ederiz.
Rehberimiz Bauhaus aşığı, Amerikalı, yaşamını Dessau’da İngilizce öğretmeni olarak sürdüren bir hanımefendi ve sanıyoruz ki, 12 kişilik grubumuzun da, mimar ya da mimarlık öğrencisi olmayanları ve en yaşlıları sadece biziz. : )
Turumuzun ilk durağı, okulun ana yola bakan duvarının, sadece cam ve doğramalardan oluşan atölyesi. Gropius güneş ışığından maksimumda faydalanabilmek için, tüm duvarı açılabilir camlar olarak tasarlıyor. Burada binanın bir maketini inceleyerek, oluştuğu blokların özelliklerini dinliyoruz kendisinden.
Atölyeden çıkıp, okulun giriş katındaki büyük holden devam ediyoruz, tavandaki ünlü “Max Krajevski” tasarımı lambalar tabii ki de ilk dikkatimizi çeken objeler. Holden sonra konferans salonuna giriyoruz. Rehberimiz, salonun kapı kolundaki detayları anlatmaya başlıyor. Binanın her detayı, bina ile bir uyum ve fonksiyonellik içinde, gereksiz hiçbir detay yok. Salona giriyoruz ve rehberimiz salonun sandalyelerine oturmamızı ve burada bir süre vakit geçireceğimizi söylüyor.
Kapı açıldığında, karşımızda onlarca Marcel Breuer’in o ünlü “Breuer Chair” lari ile karşılaşıyoruz. Herkes koltuklara geçiyor, aynen bir zamanlar o okuldaki öğrenciler gibi… Heyecan hat safhada. İçeri harika bir güneş vuruyor, o zamanın öğrencileriyle ve o ünlü ustalarla aynı koltukları paylaştığımıza inanamıyoruz. Bu arada rehberimiz bir gönüllü çağırıyor, okulun camlarının açılışını göstermek için, tabii ki gönüllü Burak : ) O enteresan, kocaman pencereleri açma fırsatı bir daha karşınıza çıkmayabilir, ben tabii ki videoda kayıtta. : )
Breuer’in sandalyelerinde rehberimizin okulun sanat aktiviteleri konuşmasını dinledikten sonra, üst katlara çıkıyoruz. Her kat, Bauhaus akımının temel renklerini içerecek şekilde boyanmıştı. Gruptaki herkes bizim gibi sürekli fotoğraf çekiyordu. Malum, o ünlü ana renkler; yürüdüğümüz merdivenler, tavanlar ve duvarlara bir sanat eseri havası katıyordu.
Gropius, Bauhaus manifestosu ile bizim ve bizim gibi birçok insan için bir dahi olarak görülüyordu, ancak bununla birlikte maalesef okulda cinsiyetçi bir yaklaşıma sahipti. Üstelik okul başvuru alırken, din, dil, ırk ve cinsiyet göz etmeksizin, herkesin başvurabileceğini ve özgür bir ortamda zanaatlerini uygulayabileceğini duyuran ütopik bir başvuru ilanı yayınlamıştı. Kadınların başvuruları daha fazla olmasına rağmen, okula çoğunlukla erkekler kabul edilmişti. Okul kapandığında sadece 10 tane kadın mezun olabilmişti.
Günümüzde Kandinsky, Laszlo Moholy Nagy, Marcel Breuer ya da Paul Klee gibi ustaları hatırlarken, Gunta Stözl, Margarete Heymann, Ilse Fehling gibi başarılı tasarımcıları maalesef tanımıyoruz. Bauhaus okulundaki en güzel fotoğrafları çeken ve Gropius’la, sadece kadın olduğu için bir türlü yıldızı barışamayan, fotoğrafçı, Oskar Schlemmer’in karısı Mina Neuhaus’un adının günümüzde hatırlanmaması da yine oldukça üzücü.
Ve evet merdivenler… Ünlü Bauhaus kadınlarının durduğu merdivenlerin başındayız. Lux Feininger’in, 1927’de çektiği o ünlü fotoğrafın, kısa ve geometrik saç kesimli, Bauhaus kadınlarının, bize gülen yüzlerle baktığı merdivenlerdeyiz. Tüyler diken diken… Bu foto daha sonra, yine Bauhaus Okulu hocalarından, Oskar Schlemmer’in en çok bilinen resimlerinden biri olacaktı. Hatta Roy Lichtenstein 1987’de resmi, nokta tekniği ile tekrar yorumlayacaktı.
Ben tabii ki grubu atlatıp, hemen merdivenlere atladım ve Burak’a hemen bu yanda gördüğünüz fotoğrafımı çektirmeyi başardım.
Kapıdaki isimlikte Bauhaus Director-Walter Gropius yazıyor. Oda aynen onun bıraktığı gibi ve onun eşyaları ile duruyor. Kapı açıldı ve okulun ilk direktörü Walter Gropius’un kendi tasarladığı masası, yine Marcel Breuer’in sandalyesi, koltuğu ve Bauhaus bir lamba ile oldukça sade bir oda karşımıza çıktı.
Gropius için okul ve para her zaman sıkıntı idi, Dessau şehri olabildiğince okulu destekleyip, fonluyordu ancak yeni biten savaş, Bauhaus akımının o zamanki insanlar tarafından yeterince benimsenememesi Gropius’un oldukça stresli bir yaşam sürmesine sebep oluyordu.
Özellikle Naziler, “Bauhaus”culardan hoşlanmıyorlardı. Hatta, Dessau’ya gittiğinizde, okulun hemen çevresinde göreceğiniz binalar, Nazilerin özellikle inşa ettiği Nazi mimarisi binalar. Bauhaus’a bir tepki olarak inşa edilmişler. Gropius, para sıkıntısı başta olmak üzere, tüm bu baskılardan yorulmuş ve 1928 yılında tüm eğitmenlere direktörlüğü bırakacağını açıklamıştı. Ardından bu odaya 1928 yılında Hannes Meyer ve 1930 yılında da ünlü mimar Mies Van Der Rohe yerleşecekti.
Bugün bile, hiçbir mobilyası değişmeden hala yemekhane olarak kullanılan kafeterya alanına indik. İçeri girdiğimizde, müzenin günümüz çalışanları Marcel Breuer sandalyelerde yemeklerini yer haldeydiler : )
Yemekhane bölümünün girişin karşısında yer alan duvar hareketli ve açıldığında konferans salonuna bağlanıyordu. 1900’lerde altın çağını yaşayan caz müzik, bu salonun duvarlarında yankılanarak, bu geniş alanda partiler veriliyordu.
Sonunda okuldaki turumuz sona erdi ve tüm okulu gezdikten sonraki durağımız olan “Meisterhaus-Master’s Houses’a” doğru yola koyulduk. Paul klee, Wassily Kandisnky, Oskar Schlemmer gibi ustaların yaşadığı bu evler, bir sonraki yazımızın konusu oladursun, biz sizle hilserimizi paylaşalım : )
2,5 saatlik turumuz sonunda, “Master’s Houses”tan Walter Gropius’un evinin tam karşısındaki parka kendimizi atıyoruz. İkimizin de keyfi yerinde, yüzümüzde saçma bir gülümseme ile bir banka oturuyoruz. Hem yıllardır yoğun ilgi duyduğumuz bir akımı bu denli derinlemesine dinleyip öğrenmekten hem de Dessau’nun ılık, güneşli, bahardan kalma mis gibi havasından. Bir süre bu kafa açıcı geziyi ve Gropius’u düşünüyoruz.
Gropius gerçekten Bauhaus Okulu’nu kurarak, zamanının oldukça ilerisinde bir şey yapmıştı. Varlığını sadece 14 yıl sürdüren bu okulun öğrettiklerinin, Bauhaus akımının, günümüzde bu kadar etkili olmasının sebebi, bizce aslında tam da günümüze uygun olması.
Hızlı tüketimin ortaya çıkması ile zanaatın yok olacak dereceye ulaşması, günümüzde işçiliğin, el emeğinin önemini yitirmesi, birçok ustanın tabir-i caizse “neslinin tükenmesi”, bizi Bauhaus’u önemini ve yıllar önce ne denli zamanının ilerisinde bir şeyin inşa edilmeye çalışıldığını fark etmemizi sağlıyor. Mies Van Der Rohe’nin dediği gibi; “Bauhaus sadece bir okul değil, bir idealdir.” Gropius’un ideali, o gün olmasa da günümüzde önemini bir nebze olsun belki de bulmuştur.
Öncelikle aşağıdaki siteleri ziyaret edip, saatlere ve açık olduğu günlere ve Bauhaus’un 100. Yılı etkinliklerine bakmakta fayda var. 8 Eylül’de yeni bir Bauhaus Müzesi’nin de açılacağının haberini buradan verelim.
Ziyaretle ilgili detayları bu sitelerden öğrendikten sonra, Berlin’den Dessau’ya sabah saatlerinde bir trene atlayabilir ve bir buçuk saatlik yolculuk sonunda Dessau’ya ulaşabilirsiniz.
Yazı: Özge Tan Özbek & Burak Özbek
Fotoğraflar: Burak Özbek
* Bu yazı, basılı olarak Tempo Travel Haziran sayısında da yayınlanmıştır.
Bu içeriğin güncellendiği tarih 25/07/2019 21:45
Leave a Comment