Madem gerçek hikayelere dayanan, biyografik filmleri hepimiz seviyoruz, o zaman neden daha fazlası olmasın? diyerek, önceki yazıya bazı eklemelerim olacak; bir 10 film önerisi kadar daha!
Sinemada kadının başrol olduğu filmleri izlemeyi seviyor ve bu yapımları daha sık görmek istiyoruz. Battle of Sexes bu anlamda tam bir başyapıt. Filme ismini veren olay 1973’e dayanıyor. Bobby Riggs’in kadın tenis oyuncularını hedef alan cinsiyetçi söylemlerine karşın, kadın oyuncu Billie Jean King, Riggs’e meydan okuyor ve o tarihi karşılaşma gerçekleşiyor. Gerçek bir kadın gücüne tanıklık ettiğimiz filmde karakterlere hayat veren oyuncular ise ekstra heyecan sebebi: Emma Stone ve Steve Carell. İkiliye ilk kez bir arada denk gelmiyoruz; ancak ilk kez iki başrol olarak hem de böylesine çekişmeli bir filmde izliyoruz. O zaman iyi olan kazansın, film listeye alınsın.
Geçtiğimiz yıl gösterime giren Wonder Woman filmi, beklentimizi pek karşılamadı açıkçası. Ancak Wonder Woman karakterinin yaratım hikayesi hayli ilgi çekici. Profesör William Moulton Marston, eşi Elizabeth Marston ve sevgilileri Olive Byrne. Birbirlerine aşık bu üçlü aynı evi paylaşıyorlar. Üstelik 1950’lerden bahsediyoruz; değil poligaminin, eşcinselliğin bile kabul görmediği yıllar. Profesör ise Wonder Woman’ı bu iki kadından ilham alarak yaratıyor. 2017 yapımı Wonder Woman’ı izlemezseniz çok bir şey kaybetmezsiniz ama bu film kaçmaz.
90’ların ünlü buz patencisi Tonya Harding’in hayatını, kariyerini ve kariyeri süresince yaşadığı skandalları anlatan I, Tonya; tam da ödül sezonunda en çok beklediğimiz filmler arasında. Üstelik Tonya’ya hayat veren isim, Suicide Squad’ın iyi bir film olmadığı gerçeğini değiştirmese de, filmin en akılda kalan yanı Harley Quinn’i de canlandıran Margot Robbie. Sadece onun filmdeki varlığı dahi, bu filmi izlemeye değer kılıyor; ki Tonya Harding’in hayat hikayesi de hayli ilgi çekici. Ayrıca Lars, and the Real Girl filmi ile gönüllerimizde taht kuran Craig Gillespie, I, Tonya’da da yönetmenliği üstleniyor. Yani, her yönü ile bu film kaçırılmaz.
Gerçek bir yol filmi ve ilham veren bir yolculuk… Tracks, Robyn Davidson’ın kendi yolculuğunu kaleme aldığı, çok satan hikayesinden beyaz perdeye aktarılıyor ve bakmaya doyamadığımız çöl manzaraları eşliğinde yolculuk başlıyor. Köpeği ve bu yolculuk için edindiği 4 devesi ile Avustralya Çöllerini baştan başa aşan genç kadının 6 ay süren yolculuğunda ona zaman zaman National Geographic fotoğrafçısı Rick Smolan eşlik ediyor. Aborjinler, develer, fotoğraf etiği, sarı çöl tepeleri ve hayata dair güçlü bir anlatı.
2015 yılında hakkında çok konuştuğumuz Danish Girl, gerçek yaşam hikayesi konusunda en ilgi çekici yapımlardan biri. Tarihteki ilk trans birey olarak tanınan Einar Wegener’ın hayatını canlandıran isim Eddie Redmayne. Kendisi bu karakterle En İyi Erkek Oyuncu dalında 2016 Oscarlarına da aday olmuştu. 1920’lerin Danimarka’sında Einar’ın Lili’ye dönüşümü ve bu süreçte eşiyle yaşadığı ilişki gerçekten izlenmeye değer. Bu anlamda Alicia Vikander’in performansının da hakkını vermek lâzım.
Ünlü Hint oyuncu Aamir Khan’ı n başrolde oynadığı Dangal’da, eski güreşçi Mahavir Singh Phogat ve kendisi gibi güreşçi olan iki kızının gerçek yaşam hikayesini izliyoruz. Khan’ın samimi oyunculuğu, hayatında güreşe dair hiçbir fikri olmayan izleyiciyi bile ekrana kilitlemeyi başarıyor. Filmdeki renkler, mekânlar, müzik ve oyunculuklarsa Hint sinematografisinden beklentimizin karşılığını vermekte. Geçen 2 saat 40 dakikaya değiyor.
Factory Girl ile göz alıcı makyajları, kostümleri ve hayat tarzları ile 60’ların Manhattan’ına gidiyoruz. Dönemin ünlü pop ikonu Edie Sedgwick’in hayatını konu alan filmde karaktere hayat veren isim Sienna Miller. 1963- 65 yılları arasında Life, Vogue, Time gibi dergilere kapak olan Edie’nin kısa şöhretinde kendisine Andy Warhol gibi, Bob Dylan da eşlik ediyor. 60’ların bu ikonik karakteri hakkında daha fazla bilgi edinmek isterseniz, kendi yarı biyografik hayat hikayesini canlandırdığı 1972 yapımı Ciao! Manhattan’a da bakabilirsiniz. Edie’nin Ciao! Manhattan’ın yapımını tamamladıktan birkaç hafta sonra doz aşımından hayatını kaybettiği biliniyor ne yazık ki.
Edebiyata az çok merak salan, hatta kendi hikayesini kaleme almak isteyen hemen herkese ilham olan bir yazarın hayatı söz konusu; J. D. Salinger’ın. Amerikan edebiyatının başyapıtlarından biri sayılan The Catcher in the Rye eserinin yaratım sürecini ve yazarın kendi dilini bulma serüveninin anlatan film, edebiyat tutkunları için ekstra dikkat çekici. Ayrıca hakkında çıkan taciz iddiaları can sıkıcı olsa da, Salinger’ın yaratıcı yazarlık hocası Whit Burnett rolüyle karşımıza çıkan Kevin Spacey’e oyunculuk anlamında hakkını vermek lâzım. Filmin en etkileyici kısımlarında kendisinin imzası var.
Milk, Amerika’da eşcinselliğin tabu olduğu 70’lerin sonunda, eşcinsel olduğunu gizlemeden meclis üyeliğine adaylığını koyan Harvey Milk’in hayat hikayesini anlatıyor. Gus Van Sant’in yönettiği 2008 yapımı filmde Harvey Milk’i Sean Penn canlandırıyor ve bu olağanüstü performansını ikinci bir Oscar ödülü ile taçlandırıyor. Gerçek bir insan hakları savunucusu olan Harvey Milk’in hikayesi gerçek bir başyapıt.
Gerçek yaşam hikayesinden uyarlanan filmlerde senarist koltuğunda görmeye alıştığımız Aaron Sorkin, Molly’s Game filminde hem senarist hem de yönetmen olarak karşımıza çıkıyor. Filmde sanat, politika, spor ve iş dünyasından pek çok ünlü ve zengin ismin dahil olduğu yüksek bahisli kumar oyunlarının ardındaki deha, Molly Bloom’un hayat hikayesini izliyoruz. Olimpik kayakçıyken, illegal bir poker organizatörüne dönüşen Molly’ye hayat veren isim, son dönemin pek çok başarılı yapımında adına rastladığımız Jessica Chastain. Idris Elba ve Kevin Costner da oyuncuya eşlik eden isimler arasında. Molly’s Game her yönüyle izlenmeye değer bir biyografi.
Bu içeriğin güncellendiği tarih 20/11/2020 12:54
Leave a Comment