Toplu taşımayla ulaşım biraz meşakkatli olsa da yolun sonuna doğru ufukta o muhteşem manzara göründüğü an tüm yorgunluk uçup gidiyor. Burası dünyadan değil gibi…
Bu ulaşımı zorlu yapan tek konu Hallstatt’a ulaşana kadar birkaç tren aktarması yapmak zorunda kalman. Viyana ya da Salzburg’dan Attnang Puchheim’a, oradan da Hallstatt’a ulaşabilirsin. Toplamda 4 saatlik bir tren yolculuğu seni bekliyor.
Araba, trene nazaran daha mantıklı görünebilir. Ama tren öyle büyülü yerlerden geçiyor ki zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsun ve yolculuk hiç bitmesin istiyorsun. Bu yüzden yine gitsem yine trenle giderim diye eklemeden geçemeyeceğim 😊
Trenle gidildiğinde Hallstatt bu güzergahtaki son durak. Küçücük bir kulübe olan istasyona indiğin an oksijeni tüm bedeninde hissediyorsun. Derin bir nefes almak eylemi kendiliğinden gerçekleşiveriyor. İstasyondan, minik bir patika sayesinde inmiş oluyorsun. Hallstatt gölün öteki kıyısında kaldığından trenden inen yolcuları Hallstatt’a geçirecek olan feribot aşağıda seni bekliyor bile.
Daha feribottayken başlıyorsun her yeri fotoğraflamaya. Kısa süreli bir yolculuktan sonra o büyülü kasaba seni tüm muhteşemliğiyle karşılıyor.
Her biri birbirinden masalsı sokaklarını keşfedip ve bol bol fotoğraf çekebilirsin. Kasabanın en ünlü fotoğraf çekme noktası “View Point” e gitmek için feribottan inince sağ tarafa yönelmen ve kasabanın tepesine doğru ilerlemen yeterli. Bu nokta köyün en güzel fotoğraflarının çekildiği o ünlü nokta.
Market Square denen ana meydan görebileceğin en şirin meydanlardan biri olabilir. Bu meydan inanılmaz renkli ve keyifli. Hangi açıdan bakarsan bak çok hoşuna gidecek ve fotoğraf çekmekten yorulacaksın. O yüzden bu meydanda dinlenebilir, meydanı çevreleyen cafelerde bir şeyler atıştırabilir ve etrafı seyrederken Hallstatt’ın ünlü birası Das Bier’ı da yudumlayabilirsin.
Füniküler ile dünyanın en eski tuz madenlerine ve Skywalk dedikleri gözlem noktasına çıkabilirsin. Yürüyerek de çıkmak mümkün ancak çılgın bir hareket olabilir 😊 Burası kasabaya ve göle tepeden hakim olabileceğin harika bir nokta.
Tarihi 12. yüzyıla dayanan Katolik Kilisesi’ni ve bu kilisede sergilenen Beinhaus isimli kafatası mezarlığını görebilirsin. Bu mezarlığın hikayesi biraz ilginç. Hallstatt’ta mezarlık sıkıntısı yaşanınca 1700lü yıllarda kilise; yeni ölen insanlara yer açmak için mezarlardan kemikleri çıkarmış. Bu kemikleri güneşte kuruttuktan sonra kemik sahiplerinin isimlerini, doğum ve ölüm tarihlerini yazmış. Böylece insanların mezarı olmasa bile hatırlanmaları sağlanmış. Bu geleneğin 1960lı yıllarda sona erdiği söyleniyor.
Hallstatt fotoğraflarında görünen, tarihi 1700lü yıllara dayanan o ünlü Evangelist Kilisesi’ni ziyaret edebilirsin. Eğer şanslıysan içinde bir konsere ya da ibadet anına denk gelebilirsin.
Göl boyunca sıralanan birbirinden tatlı dükkanlardan hediyelik eşya alabilirsin. Tuz madenlerini simgeleyen değişik tuzluklar, ahşap ürünler ve magnetler her yerde…
Hallstatt seyahatinin en unutulmaz anları gölün ortasında pedallı kuğu veya elektrikli tekne ile dolanabilmektir diye düşünüyorum. Zira biz etraftaki farklı rotalara gidebilmek adına bu aktiviteyi feda etmiştik. : ( Ama senin kesin denemen lazım. Tekne ve kuğunun bahar-yaz aylarında kiralanabildiğini de ayrıca belirteyim. Garanti tarihler Mayıs – Eylül ayları arası diyebiliriz.
Hallstatt, günübirlik bir gezi ile her noktasına hakim olabileceğin bir bölge ama bu saklı cennetin tadını doyasıya ve sakin sakin çıkarmak için konaklamak da muazzam bir fikir tabii.
Bazı yerler abartılır ya hani, inan Hallstatt öyle değil. Hatta burası fazlasını hakediyor. Büyülenmiş şekilde feribota binip dönüş yoluna girdiğimde dahi, yine gelme planları yapıyor beynim benden bağımsız. İyi ki, iyi ki, iyi ki gelmişim diyorum.
Bu içeriğin güncellendiği tarih 03/08/2019 14:43
Leave a Comment