Senarist, yönetmen ve yapımcı olarak her katmanına dehasının ve duygularının izini bırakan Murphy, “Pose” ile bilinmeyen bir dünyayı tüm renkleriyle önümüze seriyor.
Seksenli yılların New York sokaklarında geçen “Pose”, trans bireylerin özgürce varolabilecekleri geniş bir alanı kendilerine sunan baloları ve balo kültürünü konu ediniyor. Her balonun kendine özgü bir teması var. Tema doğrultusunda farklı kadın kıyafetleri giyen yarışmacılar çeşitli pozlar veriyor ve jüri tarafından değerlendiriliyorlar.
Balolar aynı zamanda şiddet içermeyen bir dövüş kulübü de sayılabilir, farklı evlere mensup trans bireyler balo boyunca birbirleriyle çarpışıyor, en iyi pozu verip büyük ödülün sahibi olmanın yanında görüntüleriyle onaylanıp, kabul görmek istiyorlar.
Maddi güce erişmiş, manevi anlamda da bütünlüğünü koruyabilen ve dönemin trans bireylere karşı acımasız duruşuna soğukkanlılıkla göğüs gerebilen güçlü trans bireyleri kendi evlerini kuruyor ve soyadları ile anılan bu evlerin annesi olarak anılıyorlar. Annenin kanatları altına almayı seçtiği yetenekli ama çömez aile üyeleri, her baloda diğer evlerin sakinleri ile karşı karşıya geliyor.
Günlük hayatın her saniyesinde karşı karşıya geldikleri görünmezlik ve dışlanmışlık, balo salonundan içeri giremiyor. Balo salonunda poz verirken nihayet hak ettikleri yeri buluyor, alkışlar eşliğinde onaylanıyorlar. Madonna sayesinde geniş kitlelerin tanışma imkanı bulduğu balo kültürü, 1990 yılında çıkan “Vogue” ile de satır aralarından göz kırpmış, şarkı sayesinde “poz vermek” gibi kavramlar günlük dile yerleşmişti.
“Pose”, Murphy’nin tüm yapımlarında olduğu gibi dram, komedi, eleştiri ve mesaj kaygılarının rengarenk paketlendiği bir dizi. Despot ve sert anne Elektra Abundance’ın evinden kopan Blanca, bir yandan AIDS ile mücadele ederken bir yandan da kendi evini kuruyor.
“House of Evangelista” eşcinsel olduğu için evden kovulan dansçı Damon ile ilk üyesine kavuşuyor ve iki evin ezeli rekabeti, arka planda AIDS, Trump’ın amansız yükselişi, ayrımcılığa karşı mücadele eden güçlü trans bireyler ve bol miktarda hüzün eşliğinde devam ediyor.
Balo kültüründen bahsetmişken bu kültürü inceleyip, tanıtan kült belgesel Paris is Burning’i anmadan olmaz. Sundance Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’nü kazanan belgesel, 1987 yılında New York’un arka sokaklarında yaşatılan balo kültürünü, isimlerini ünlü modaevlerinden alan trans bireylere kucak açan “ev”leri, evlerin güçlü “anne”lerini ve aile üyelerini tanıtıyor.
Her saniyeleri AIDS, ırkçılık, ayrımcılık, şiddet ve homofobi ile mücadele içinde geçen insanların balo salonunda poz verirken devleşmelerine tanık oluyoruz.
Corey Evi’nin annesi Dorian Corey’inin sözleriyle;
Gerçek hayatta eğitiminiz ve önünüze serilen fırsatlar olmadan yönetici olamazsınız. Ama balo salonunda olmak istediğiniz kim ise ona dönüşebilirsiniz. Bu salonda, bana da aynı fırsatlar önüme serilseydi bir yönetici olabileceğimi tüm dünyaya gösteriyorum; çünkü tıpkı bir yönetici gibi poz verebiliyorum.
Belgesel aynı zamanda “voguing” kavramının çıkış noktasını da aydınlatıyor; balo yarışmacıları Vogue dergisinin kapağı için fotoğrafları çekiliyormuş gibi poz vermek zorundalar.
Belgeselde yer alan balo yarışmacılarının çoğunun ölmüş olması, özellikle belgeselde yer alan Venus Xtravaganza’nın belgesel gösterime girmeden önce bir otel odasında ölü bulunması parlak ışıklı balo salonunun ardındaki karanlık dünyayı gösteriyor.
Geçtiğimiz günlerde Netflix’e eklenen “Paris is Burning”, “Pose”u izlemeden önce, balo kültürünü anlamak ve zamanın ruhunu koklamak için iyi bir başlangıç olabilir.
Sekiz bölüm süren dizinin tarihi bir önemi de mevcut. Ryan Murphy dizinin kadrosunda ve yapım ekibinde toplam 140 trans bireye yer vererek en fazla trans bireyin çalıştırıldığı yapım ünvanını elde ediyor.
Diziden elden edilen tüm geliri trans ve LGBTQ derneklerine bağışlayacağını açıklayan Murphy, tarihe geçmesinin yanında dizinin mesaj kaygısının gerçek hayatta da karşılık bulmasını sağlıyor.
Oyuncular arasında “Dawson’s Creek” ile tanıdığımız James Van der Beek, Kate Mara, Oscar ödül töreninde giydiği takım elbise ile başlayıp kabarık bir etek ile sonra eren muhteşem kıyafeti ile göz alan Billy Porter, Ryan Murphy’nin sevdiği oyuncuları tüm dizilerinde oynatması geleneğinden payına düşeni alan Evan Peters, Elektra’yı canlandıran Dominique Jackson ve Blanca rolünde Mj Rodriguez yer alıyor.
Oyuncuların çoğunun kamera önünde tecrübesi olmaması dizinin lezzetini ve gerçekçiliğini artırıyor.
“Pose”, yeni bir dünyanın kapılarını aralarken, keyifli ve dokunaklı sekiz bölümü bir anda izlemenize sebep oluyor.
Bu içeriğin güncellendiği tarih 03/04/2019 18:53
Leave a Comment