Peki bol güneşli, hafif de rüzgarlı San Diego’da 4 gün boyunca neler yaptık? Neler yapmadık kı desem daha yerinde olur. Amerika’da gördüğüm yaklaşık 15 şehir içinden doğasına bu kadar mest olduğum başka bir şehir yok bir kere. Bu sebeple listenin başını San Diego’nun kumuna, suyuna, yeşiline bırakıyorum;
Şehrin tartışmasız en sevdiğimiz bölgesi La Jolla oldu. Evet fok ve deniz aslanlarının burun acıtan o kokusuna rağmen. Turkuaz renkli miss gibi plajında deniz aslanları ile yüzebilir, onları fotoğraflayabilir, çimenlere uzanıp şahane dalga seslerini dinleyebilirsiniz.
Kano kiralayıp Sunny Jim, Clam, Arch gibi deniz mağaralarını keşfetmek de serbest. Pelikanlara bu denli yakın olabileceğiniz başka bir yerde yok.
Şehrin en iyi restoranları da yine burada. Ama oraya daha vaktimiz var. Biz plaj plaj dolaşalım yine.
Buraya gelip sörfçülerin heyecanına ortak olmadan, dalgaları onlarla aşmadan olmaz. Crystal Pier’den onları izlerken heyecandan bir tezahürat yapmadığım kaldı. Bu sebeple bu plajı boylu boyunca gezmeli, sörf yapan arkadaşlarla düşüp kalkmalı hatta plajdaki onlarca sörf okulundan birine gidip ders almalı.
Son olarak bu uçsuz bucaksız plajda şahane gün batımlarına eşlik etmeli.
Olur da kendinizi bu evrende minnacık bir nokta gibi hissetmek isterseniz Mission Beach’e gelmeli. Doğanın görkemi karşısında ağzınızın açık kalacağı, dalgalarıyla sizi pek bir güçsüz hissettirecek Mission Beach’teyiz.
Plaj kenarındaki yol sabah yürüyüşleri için harika lokasyonlardan. Sabah sörfçülerin tatlı telaşına tanık olmak, sahile çöken sis ile büyülenmek, birbirinden yaşanılası evlere bakıp hayal kurmak ve bunların getirdiği huzur ile oradan ayrılmak paha biçilemez.
Sahildeki Belmont Park’taki oyun parkında çeşitli atraksiyonlara girmek de serbest tabii.
Yaptığımız en turistik hareket bu adaya gidip, 1888 yılında açılmış, Bazıları Sıcak Sever gibi tüm zamanların kült filmine ev sahipliği yapmış Hotel del Coronado’yu görmek oldu. Otelin nam-ı bununla da kalmıyor tabii. Kendisi Amerika’nın hayatta kalmış en büyük ahşap yapılarından. Viktorya mimari stiline hayran kalmamak, önünde çeşitli fotoğraflar çekilmemek elde değil.
Kocaman adada bir hotel yok tabii.
Turistlerin uğrak noktası olduğu için alışveriş yapabileceğiniz onlarca butik mağaza var. Ama benim önerim Nado Gelato Cafe’den alacağınız dondurmalar ile ada sokaklarını arşınlamak.
Park deyip geçmek olmaz. İçinde 1-2 dolu gününüzü alacak onlarca harika şey var.
Bitkilerle haşır neşir olacağınız bir botanik bahçesi, nilüfer dolusu bir yapma göl, şahane matcha çayı içebileceğiniz Japanese Friendship Bahçesi bunlardan sadece birkaçı.
The House of Pacific Relations ismini verdikleri oluşumda Peru’dan İtalya’ya, İrlanda’dan Finlanda’ya kadar 33 ülkenin yemeklerini, müziklerini, tarihini, geleneksel kıyafetlerini keşfedebileceğiniz minik evler dahi var. Spreckels Organ Pavilion’da ücretsiz izleyebileceğiniz konserler de cabası.
Gelelim bu koca park içinde olan müzelere: 1941 yılında açılan, Güney Kaliforniya ve Baja Norte bölgesinin sanatçılarının işlerini görebileceğiniz San Diego Art Institute listeye mutlaka almanız gereken müzelerden. Parkın en büyük müzesi San Diego Museum of Art özellikle İspanyol sanatından büyük bir koleksiyona sahip. Murillo, Zurbarán, Cotán, Riberave El Greco gibi büyük İspanyol sanatçılarla burada tanışabilirsiniz.
Rusya, Amerika, Fransa ve İtalya’nın ikonik sanatçılarının resim, heykel ve tapestry gibi dünyaca ünlü işlerini görebileceğiniz Timken Museum of Art’ı da alın rotanıza. Müze gezecek haliniz kaldıysa Museum of Photographic Arts’ı da listeye eklemeli.
La Jolla’nın ünlü kahvaltı mekanı The Cottage’de sıra beklemek şart. Öyle boş boş beklemiyorsunuz tabii, beklerken ikram ettikleri kahvelerinden içiyor, kahveli keklerini bir güzel mideye indiriyorsunuz.
Masaya yerleştikten sonra ise size buraya bağlayacak çok şey var. Mesela hala burada yediğim içi krema dolu, çilekli French Toast’u düşünüyorum. O nasıl bir güzellikti! Boşalmadan dolan kahve fincanım, sosuna şarkılar yazmalık Eggs Benedict…
Klasik Amerikan kahvaltısı bulabileceğiniz bu mekanın asıl güzelliği yemyeşil bahçesinde.
San Diego’nun sevdiğimiz mahallelerinden Bird Rock’tayız. İsmini bu mahalleden alan mekan Dünya’nın her bir yerinden getirdikleri kahve çekirdekleri ve yumuşak içimli kahveleriyle seviliyor.
Bir çiçekçi ve kahvecinin aynı mekanı paylaştığını düşünün. Kahvenizi içerken çiçek kokusuyla mest olduğunuzu, rengarenk çiçeklerle içinizin huzur dolduğunu… İşte öyle bir mekan Communal.
San Diego’da kendisinden çokça var. Çünkü buradan çıkan tacoları herkes denemeli.
Bir tavuk severseniz buraya mutlaka gelmelisiniz. Self servis mekanda dakikalarca bekleseniz de çeşit çeşit tavuklu sandviçlerinin lezzeti buna değecektir.
Biz baştan söyleyelim. Şehrin en iyi restoran, café ve barları Little Italy bölgesinde. Tatil boyunca her öğün buraya gelseniz yeridir. Ironside Fish & Oyster da dekorasyonuna, deniz mahsullü ürünlerine en çok hayran kaldığım mekanlardan.
Pek zengin şarap kavı ve leziz tapaslarıyla gönlümüzü fethetmiş mekan.
Romantik bir akşam yemeği için Piatti diyoruz. Bir İtalyan restoranı olan bu mekanın bahçesi masal gibi.
La Jolla’nın en gözde teraslarından olur kendisi.. Buradaki sonsuz okyanus manzarasıyla büyülenmemek elde değil. Leziz kokteyllerinden içip günü burada batırmalı.
Bu içeriğin güncellendiği tarih 17/02/2019 15:23
Leave a Comment