Biz Vietnam seyahatimizi uçuşlar ile kaybettiğimiz vakti çıkartınca 10 gün olarak belirledik. Vietnam’ın kuzeyi Hanoi’den başlayıp, güneyindeki Ho Chi Minh’den İstanbul’a geri döndük ve 3 ana şehirde konakladık. Söylemem gerek ki eğer bizimki gibi en başlıca yerleri görmeyi planlıyorsanız bile 10 gün ancak yetiyor.
Hanoi’ye vardığımızda, kuşkusuz ilk fark edilen şey 45 derece hissedilen hava sıcaklığıydı. Otele yerleştikten sonra, ferahlamak ve aynı anda şehri keşfe başlamak için, gezmemize önceden araştırmalarımızdan bulduğumuz The Note Coffee’ ye doğru yollandık. Bu kafeyi özel kılan duvarları, masaları ve hatta tavanlarının üzerinde notlar yazan post-it’ler ile kaplı olması. Soğuk birer “smoothie” içerken ve sohbet ederken etrafa bırakılan notları, farklı ülkelerden gelmiş insanların izlerini okumak ilginç bir deneyim oluyor. Dışarıdaki sıcaktan kaçmak için soğuk bir şeyler içerken siz de diğer gezginler için not bırakabiliyorsunuz hatta.
Buradan çıkınca şehri biraz yürüyerek keşfetmeye karar verdik. Şehrin etrafı küçük tapınaklar, seyyar satıcılar ve rengarenk evlerle dolu. Hanoi’nin, Vietnam’ın metropolü Ho Chi Minh’e kıyasla çok daha az şehirleşmiş olması ve değişik tarzı ile oldukça farklı bir dokuya sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Hanoi’de ziyaret ettiğimiz yol üstünde karşımıza çıkan tapınaklar dışında planlayarak gittiğmiz iki tapınak vardı: Ngoc Son Temple ve Literaturtemple. Bunun dışında eminim karşınıza çıkanları keşfetmeniz yeterli olacaktır.
Biz akşamımızı Hanoi’nin canlı sokaklarını keşfederek bitirdik. Bunun için de Ta Hien barlar caddesine uğramadan dönmemek gerek. Sokak üzerine atılan yere yakın masalarda yemek yiyenler, ara sokaklardaki barlara sizi davet eden insanlar, bolca turist ve yerlinin bağrışmaları gerçekten de deneyimlemeye değer bir ortam sunuyor. Biz seyahat yorgunluğu üstümüze olduğu için Ancient Town diye geçen tarihi merkez kısmında sakin bir Avusturalya restoranında yemek yemeyi seçtik fakat aynı bölgede pek çok lokal opsiyon da mevcut.
Ayrıca şehirde, Fransız etkisini hissettiren kilisilere de rastlamak son derece mümkün.
İkinci günümüzde, önceki gün sokaktaki tur acentelerinden birinden aldığımız Ha Long Bay turuna çıktık. Öncelikle küçük bir uyarıda fayda var: Bu tür acenteler güvenilir fakat turunuzu satın alırken mutlaka sıkı bir pazarlık yapın, genelde oldukça düşürüyorlar. Bir de makbuz almayı unutmayın çünkü elinizdeki tek kanıt o oluyor.
Ha Long Bay, dünyada mutlaka görülmesi gereken yerler arasında hep baş sıralarda yer aldığından, Hanoi’ye iki saat kadar uzaklıkta olmasına rağmen biz kesinlikle görmek istedik ve gezimize ekledik. Aldığımız tur kapsamında, otobüs bizi ilk önce Vietnam’ın meşhur bir geçim kaynağı olan inci tarlalarından birine götürdü (Halong Pearl Farming Village). Burası eğer turunuza dahil değilse çok şart değil fakat bir kültür incisinin nasıl üretildiğini görmek ve o esnada satın alma şansına sahip olmak da enteresan bir mola opsiyonu oluyor.
Ama turun en güzel kısmı, Ha Long Bay motorlarının kalktığı iskeleye varınca başlıyor. Buradan tur grubunuzla bir motora binip, körfezde dolaşıyorsunuz; turunuzun içeriğine göre farklı aktivitelere katılabiliyorsunuz. Biz kano ile kendimiz biraz keşfe çıktık. Daha sonra grubumuzla oldukça büyük bir mağara gezdik ve son durak olan Titop Island’da körfezin en güzel manzarasını deneyimleyebilmek adına adanın tepesine tırmandık.
Hanoi’deki son günümüzde şehirde her yere yürüyerek gitmeye ve bu şekilde şehri daha derinden keşfetmeye karar verdik. Sıcaklığın 40 derece civarı olduğunu ve nemin oldukça yüksek olduğunu düşününce ne kadar sağlıklı bir karardı bilmiyoruz ama bu kararımız şehri daha iyi anlamamız adına bize oldukça yardımcı oldu.
Son günümüzde ziyaret ettiğimiz Train Street mutlaka kaçırılmaması gereken bir nokta. Bu sokak günde 3 kez tren geç daracık bir sokak. Öyle ki, tren geçeceği vakit sokağın sağında ve solundaki kafeler sandalyelerini kaldırıyorlarmış. Biz en turistik vaktine denk gelmemek için tren geçerken değil, daha erken saatte, boşken gidip soğuk birer içecek içmeyi tercih ettik. Bu sokaktaki her kafe aynı standartta olduğundan gözünüze hoş gelen bir tanesini seçip siz de aynısını yapabilirsiniz. Train Street ardından ise şehrin en gelişmiş (belki de tek varlıklı) mahallesi olan French Quarter yani Franısz Mahallesi’ne gittik. Bu semtte konsept butikler, sanat galerileri, lüks moda ve teknoloji markalarından tutun pek çok uğrak nokta bulabilirsiniz. Eğer fotoğraf çekmeye meraklıysanız Leica’nın kendi dükkanını mutlaka gidilecek yerler listesine alın! 🙂
Hanoi’deki son akşamımızı ise yine Fransız Mahallesinin en tarihi binalarından birinde bulunan Sofitel Metropole Hotel’in içindeki Angelina adlı restoran/barda geçirmeye karar verdik. Şunu söyleyebilirim ki üç günlük lokal deneyimden sonra Angelina daha Avrupai ve Vietnam dokusundan uzak gelse de güzel kokteylleri ile Hanoi’ye iyi bir veda oldu.
Ertesi sabah erkenden Hoi An’a doğru yol aldık. Buraya ulaşmak için Hanoi’den Da Nang havaalına uçtuk. Hoi An’a vardığımızda ilk günümüzü tamamen sahilde geçirdik. Hala Güney Çin Deniz’inin bazı kısımları Vietnam Savaşı’ndan kalan toksik atıklar sebebiyle turistler ve yerel halka açık değil bu sebeple ilk günümüzde deniz yerine 45 derecelik hava ferahlamak için havuzu tercih etmek zorunda kaldık. Beyaz kumu, havuz kenarı barı ile kaldığımız otel (Sunrise Premium Resort) bizi ilk günümüzde müthiş dinlendirdi. Aynı zamanda müthiş bir kahvaltısı olduğunu not etmekte fayda var. 🙂
Hoi An’daki pek çok tatil köyü’ nün şehrin Ancient Town (Antik Kent) kısmına bedava shuttle servisi bulunuyor. Biz de akşamımızı burayı ve burada bulunan Night Market’ı keşfederek geçirmeye karar verdik. Filmlerde gördüğümüz, yakılıp göle bırakılan mumlar, her yere asılı, ağaçlardan sarkan ışıklar, Hoi An’ı büyüleyici kılan şeylerden sadece birkaçı. Kısacası kasabanın mistik havasının bizi kolayca büyülediğini söylemek mümkün.
Bir sonraki gün daha lüks tatil köyü konaklamasından, lokal “homestay” denilen Vietnamlı bir ailenin kendi evleri içerisinde otel kısmı yarattıkları bir lokasyona geçtik. Osaka Boutique Villa kesinlikle Vietnam’lı dünya tatlısı bir aile ile tanışmak isteyen, sabahları diğer konuklarla tanışıp beraber kahvaltı etmek isteyen insanlar için ideal bir yer.
Aynı zamanda istediğiniz yerleri ziyaret etmeniz için size pek çok alternatif de önerebiliyorlar. Onların önerileriyle Vietnam’da denize girmeyi oldukça lokal ama güzel bir beyaz kumlu plajda deneyimleyebilmiş olduk, hem de plaj tamamen bedava, sadece yediğiniz ve içtiğinizi ödüyorsunuz (Cam An- quan dai thinh). Yalnızca kendi havlunuzu götürmeyi unutmayın 🙂
Kesinlikle bir yemek kursuna katılmak. Biz Ancient Town’da aynı zamanda Vietnam BBQ Restoranı olan Cafe Hai Red Bridge Cooking School’ dan ders aldık ve oldukça keyifli bir akşam geçirdik. Öncelikle bir aşçı eşliğinde maksimum 8 kişilik bir grupla ders alıyor, sonra da yaptığınız yemekleri restoranda yiyorsunuz. Bu okulun arka bahçesi de oldukça tatlı bir restoran; lezzetli Vietnam yemeklerini denemek için ideal bir opsiyon.
Ancient Town her akşam gitmek için Hoi An’daki en güzel yer diyebiliriz: gece pazarında lokal yemekler ve hediyelikleri kesinlikle keşfedilmesi gerekenler arasına eklenmeli. Kokteyller için Mango Rooms’ un çarkıfelek meyveli içecekleri denenmeden dönülmemesi gerek denecek kadar güzel. Eğer ki canlı müzik eşliğinde bir şeyler atıştırmak ve içmek isterseniz ise, gece pazarının yanında, Belleville adlı restoran/bar işletmecisi de kendisi kadar tatlı olan keyifli bir yer.
Gün içinde de Ancient Town’a uğramakta fayda var çünkü en güzel dükkanlar akşamları kapalı olabiliyor. Sunday in Hoi An; Hoi An’da kesin uğranmalı diyebileceğimiz tatlı bir butik. Aynı zamanda seyyar satıcıların sattığı imalat fazlası marka ürünler oldukça meşhur çünkü Avrupa fiyatlarının yarısından aza bulunabiliyor (Kanken, North Face, Hershells vs)
Son olarak, Hoi An’da iken mutlaka atlanılmaması gerek, Hoi An’a iki saat kadar uzaklıkta olan bir destinasyon: Ba Na Hills- Golden Bridge. Devasa ellerin tuttuğu altından köprünün resmine çoğumuz sosyal medyada denk gelmiştir.
Ama Ba Na Hills sadece bu köprüyü barındırmıyor; pek çok tapınak, devasa bir Buddha ve pek çok başka sanat eseri bulunan bu tepede bir de küçük bir Fransız Kasabası yapılmış. Buraya ulaşmak zor olduğundan bahsettiğimiz acentelerden bir tur satın alarak ulaşmanız en kolayı olacaktır.
Fakat Ba Na Hills’e tur ile gitseniz bile, turunuzdan ayrılıp tepeyi kendi başınıza keşfetmeniz en keyiflisi olacak. Nitekim biz böyle yapınca karşımıza koca Buddha heykelleri, eşsiz tapınaklar ve enteresan minyatür heykeller çıktı.
Buraya ulaşmak zor olduğundan bahsettiğimiz acentelerden bir tur satın alarak ulaşmanız en kolayı olacaktır.
Çokça yorucu 8 gecenin ardından Da Nang’dan Ho Chi Minh şehrine uçtuk. Ho Chi Minh’ de diğer iki lokasyonun aksine Airbnb’de konaklamayı tercih ettik. Vietnam’da konaklama enternasyonal otelleri tercih etmediğiniz sürece, ülkenin genelindeki diğer pek çok şey gibi oldukça ucuz. Biz çeşitli tarzdaki otellerin yanı sıra bu ülkede Airbnb deneyimlemek istediğimiz ve çok hoşumuza giden bir opsiyon bulduğumuz için bu yönde karar verdik.
Ho Chi Minh dokusu ile diğer iki şehirden oldukça farklı bir yer. Öncelikle, hala aşırı hızla devam etmekte olan bir kentleşme trendini mevcut. Diğer kentlerde görülmeyen gökdelenler bu şehrin neredeyse her yerinden görünüyor ve bu şehirde çalışan uluslararası popülasyon da oldukça yüksek. Vietnam Savaşı’nın ardından, en hızlı kalkınan şehrin Ho Chi Minh olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Ho Chi Minh (savaş öncesi adı ile Saigon) savaş kalıntıları üzerine pek çok turistik nokta barındırıyor. Bunlardan kesinlikle kaçırmamanız gereken ikili; savaş esnasında işlenen insanlık suçlarını ortaya koyan War Remnants Museum (Savaş Kalıntıları Müzesi) ve Viet-Kong gerillasının örgütlendiği savaş esnasında kullanılan tüneller Cu Chi Tunnels. Müzeyi kendiniz oldukça rahat gezebilirsiniz, fakat yanınızda göz yaşlarınız için mendil bulundurmayı unutmayın… Cu Chi Tünelleri içinse tekrar sokakta bulacağınız acentelerden ya da otelinizden tur satın almanız daha doğru olur.
Ho Chi Minh, zamanında Fransız işgali altında olduğundan şehirde hala oldukça Fransız etkisi görmek mümkün (yazılar, restoranlar, lokal dükkanlar…) Şehrin bu yönünü de gözlemlemek ilginç oluyor. Şehrin bir başka enteresan özelliği ise kaosunun içinden beklenmedik bir yerden pespembe ortaya çıkan kilisesi (Pink Church)
Ho Chi Minh’ de bir başka yapılacak aktivite ise alışveriş: fakat sıradan bir alışveriş değil. Cilt bakımı ürünleri meşhur olan Asya’nın geneli gibi, Vietnam’da da düşük fiyata çok kaliteli Asya markaları bulmak mümkün: ama bizim favorilerimiz Innisfree ve Skinfood oldu.
Eğer güzel bir kahvaltı mekânı arıyorsanız, aynı zamanda bir konsept butik olan L’Usine oldukça hoş bir lokasyon. Şehrin kaosundan ve neminden kaçmak için şahane bir mola noktası. Devamlı yenen Asya yemeklerinden sonra bir değişiklik için yediğimiz hamburgerin ise uzun süredir yediğimiz en güzel hamburgerlerden biri olması bizi şaşırttı: Marcel kesinlikle denemeye değer.
Son olarak Ho Chi Minh’de kaçırılmaması gereken bir bina varsa o da The Cafe Appartment. Bu apartman sadece küçük butikler ve kafelerle dolu bir bina. İçine girip, oturmayacaksanız bile gezmeniz gerekli. Bez çantalardan, kahvecilere, konsept butiklerden, tatlıcılara içinde her türlü mekân mevcut. Bizim yemeyi tercih ettiğimiz kafesi ise: Poke Saigon oldu. Yalnız uyarmakta fayda var: bu binada kredi kartı hiçbir kafede geçmiyor.
Özetle 10 gecelik Vietnam maceramız, oldukça yorucu fakat dopdolu ve inanılmaz keyifli geçti.
Turizm sektörünün giderek geliştiği bu destinasyonun diğer Asya destinasyonlarına kıyasla özellikle Türk turistler tarafından henüz çok tercih edilmediğini fark ettik. Bu deneyimimizden sonra kesinlikle söyleyebilirim ki, Vietnam kesinlikle çok eşsiz, rengarenk ve sizi pek çok yönüyle şaşırtacak, görmeye değer bir yer!
Aceleye gelmiş bir planlamanın ve biraz da iyi araştırma yapmamamızın sonucu Vietnam vizesinin en kolay alınan vizelerden olmadığını öğrendik. Bu iş için vietnamavize.com sitesini tercih ettik ve çok memnun kaldık. Normalde sadece uçak bileti rezervasyonu ve pasaportunuzun resmi ile size yardımcı oluyorlar ve “vize onay mektubunu” size 90 dolar karşılığında iletiyorlar. Bu mektup ile beraber iki vesikalık resminizi ve 25 doları Vietnam’a girerken teslim edip vizenizi alabiliyorsunuz.
Biz bu işlemi son dakikacığımız yüzünden “express” şekilde halletmek durumda kaldığımızdan 90 dolar yerine 150 dolar ödemek durumunda kaldık ve mektup üç günde elimize ulaştı. Normal şartlarda bu işi gitmeden en az iki hafta önce halletmeninizi öneririm.
Ayrıca Vietnam, vizeyi, onay mektubunun size verilmesi ardından kapıda teslim eden bir ülke olduğundan, ülkeye girene dek girip giremeyeceğimize emin değildik, fakat vietnamavize.com bize olabildiğince yardımcı olarak Hanoi’ye varınca ofislerinde ödeme olanağı bile sundu. Sonuç olarak tüm bu stres aşağıdaki manzarayı görmeye değdi diyebiliriz 🙂
THY’nin her gün olmasa da hem Vietnam’ın başkenti Hanoi hem de en metropol şehri Ho Chi Minh’e direk uçuşları mevcut. Fakat biz çok son dakika planladığımız bu tatil için daha uygun fiyatlı bir opsiyon olması sebebiyle Singapur Havayolları ile Singapur üzerinden aktarma yaparak Hanoi’ye uçtuk ve aynı şekilde Ho Chi Minh’den dönüşümüüz gerçekleştirdik. Yolculuğumuz toplamda 18 saat civarı sürdü diyebilirim. Yorucu olmakla beraber, sorunsuz bir seyahatti.
Ülke içinde de Hanoi-Da Nang ve Da Nang- Ho Chi Minh olmak üzere iki kez iç hatlar uçuşu yaptık. Bu uçuşları Vietnam Airlines ile gerçekleştirdik. Eğer sadece el bagajı ya da sırt çantası ile uçuyorsanız daha uygun opsiyonlar da var (Vietjet ve JetStar gibi) fakat valiz ile uçuyorsanız ekstradan ücret ödettikleri için bu havayollarının pek anlamı kalmıyor. Aynı zamanda uyarmakta fayda var: bu havayolları rötarlarıyla meşhurlarmış.
Gezerken ise ulaşım için genelde Vietnam’ın Uber’i olan Grab adlı uygulamayı kullanıyorduk ya da her yere yürüyorduk. Özellikle Hanoi ve Ho Chi Minh bunun için oldukça müsait ve düzayak şehirler.
Bu içeriğin güncellendiği tarih 26/11/2019 23:27
Leave a Comment