Kiminin gözü gibi herkesten sakındığı ve kalabalıklaşıp doğası bozulmasın diye umut ederek bağrına bastığı, kiminin 365 gün yaşadığı yuvası, kiminin sadece belli mevsimlerde kaçış noktası olan Kuzey Ege, dağlardan gelen mis gibi havası, yaş almış zeytin ağaçları, buz gibi denizi ve halen ruhunu yitirmemiş kıyı köşeleriyle masmavi bir düş gibi zamana karşı meydan okuyor.
Öyle bir düş ki, uyansanız bile yaşadığınız anların, gördüğünüz o manzaraların etkisi hala sürüyor.
İşte, bu kıyıları gezmeye bir yerden başlamak isteyenler için detaylı Kuzey Ege rotamız yazımızda;
Güneşin Evi: Ayvalık ve Cunda
Portakal rengi gün batımlarının, sıcağın etkisini hafifleten serinliklerin, asma altlarına kurulmuş kahvehaneleri ve eski taş evleriyle hiç değişmeyen o çarşının ve her gidenin kalbini bıraktığı Cunda Adası’nın evi Ayvalık. Bir zamanlar iki dilde şarkıların çınladığı, kadınların merdiven önlerinde birbirlerine uzun uzun reçel tarifleri verdiği, kasketli ve kavruk tenli adamların kahvelerinde kartlar oynadığı, akşama doğru peynire karışan anason kokusunun duyulduğu o sokaklarda hala yaşıyor Ayvalık ruhu.
O ruha renk veren adresleri ve köşeleriyle işte böyle bir yer Ayvalık:
Ayvalık’ı gezmeye sahilinden başlamak iyi olabilir. Kıyısında gezinirken hafifçe salınan o zarif ahşap kayıklara hayran kalınan o sahil… Uçlara doğru hafif kalkık eski tipteki bu balıkçı kayıkları tamamen Ayvalık’a özgü. Ve her biri, düne dair ne varsa sırtlarında taşıyor gibi.
Sahil tarafından içe doğru ilerlerken Hayrettin Paşa Mahallesi’nde yan yana sıralanmış Ayvalık Tostu büfeleri göreceksiniz. Buradaki tostlar, birçok yerde olduğu gibi kaşar ve ketçapla değil; gerçek tulum peyniri ve salçayla hazırlanıyor. Bu büfeler arasından; Tostçu Ali, Ayvalık tostu ve limonata ikilisi için, sokaklarda yürüyüş öncesi bir lezzet durağı olabilir.
Barbaros Caddesi’nde, her Cumartesi kurulan antika pazarının da olduğu; 8. Ve 9. Sokaklardan başlayarak Ayvalık’ı gezin. Burada gezerken, eski taş evlerin pembeye, maviye boyalı demir panjurları, her sokak başından kafasını uzatan köpeklerin sevimliliği, eski berber dükkanlarından gelen kolonya kokuları dikkatinizi çekecek.
Bu sokaklar, ahestelik yapmanın ve flâneur gibi hissetmenin tam yeri! Eğer antikaya merakınız varsa, pazar kurulu olmasa dahi Çingene Antik’e de uğrayabilirsiniz. *Not: Covid sürecinde antika ve bit pazarının günleri değişkenlik gösterebilir, gitmeden önce kontrol edin.
Barbaros Caddesi’nde gezerken canınız tatlı çekerse Cafe Caramel’in sakızlı muhallebisinden ve ev yapımı likörlerinden tadın. Arkada çalan nostaljik şarkılara kulak kabartmayı ve mekânı sarıp sarmalayan antika eşyalara bakmayı unutmadan.
13 Nisan Caddesi’ne uzandığımızda bizi asma yaprakları, yerel dükkanlar ve yakın zamanda açılan birkaç kafe bekliyor. Şeytanın Kahvesi, bu caddenin en eskilerinden. Buradaki masalarda oturup gelip geçeni izlemek, hemen yan taraftaki kahvehaneden gelen mahallelinin sohbetlerine kulak kabartmak ve kafenin meşhur koruk suyundan yudumlamak çok zevkli.
Pino da bu sokakta uğramak isteyebileceğiniz bir diğer kafe; burada vakit geçirirken kendinizi tam bir Ayvalık evinde hissediyorsunuz. Yeni açılan mekanlardan üçüncü dalga kahveci Paleo Ayvalık ise sokağın en tatlı köşesini masa sandalyeleriyle çevirmiş, kahve kokularıyla sizi hemen kendine çekiyor.
13 Nisan Caddesi’nden Çınarlı Camii’ye doğru yürüyün. Fakat ara sokaklara da uğramayı atlamayın. Bu sokaklarda Ayvalık’ın Rumlardan miras kalan kendine has ruhuna, mimarisine tanık olacaksınız. Çınarlı Camii, ilk bakışta da anlaşılacağı üzere eskiden bir kiliseymiş (Agia Iorgi Kilisesi). 19.Yüzyıl’ın ikinci yarısında yapılıp, Cumhuriyetin ilanından sonra camiye çevrilmiş.
İsmet Paşa Mahallesi’ndeki Saatli Camii’ye doğru yürürken, eğer enerjiniz varsa biraz daha yukarılara tırmanıp, yokuş başında, denizin göründüğü noktalardan Ayvalık’a bakın. Saatli Camii, üzerindeki saat ve çan kulesiyle 19.Yüzyıl’dan bu yana gelen Ayvalık yapılarından bir diğeri. Camiye çevrilmeden önce ismi Agia Ianni olarak geçiyor.
Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi’ne kadar geldiğinizde ise Ayvalık’ın en etkileyici yapısı karşınıza çıkıyor. Tarihi 1844’e uzanan Taksiyarhis Kilisesi. Yakın zamanda restore edilerek müzeye çevrilen kilisede, ikonalar, Hz. Âdem ve Havva’nın yasak elmayı yemelerinin resmedildiği freskolar ve mermer detaylar görülmeye değer.
Tekrardan curcunalı Ayvalık Çarşısı’na döndüğünüz zaman eğer acıkmışsanız yıllardır Ayvalıklıların tercih ettiği Tik Mustafa’nın Yeri’nde kalamar ve meze ziyafeti sizi bekliyor olacak. Sonrasında da biraz ötede yer alan İmren Pastanesi’nin sakızlı dondurması ve Kavala kurabiyeleri.
Geziyi bitirirken haritada Makaron Merkez olarak geçen; Giritlilerin zamanında mercanköşk bitkisinden esinlenerek ismini verdikleri bölgenin sokak fotoğraflarını çekin. Burada bulunan Camlı Kahve’ye karadut suyu için, Macaron Muhallebicisi’ne de tatlıları için uğrayabilirsiniz.
Bunun Yanında…
*Eski Türk filmlerini seviyorsanız ve Ayvalık’ın eski halini bir de film üzerinden görmek isterseniz; Ömer Kavur’un çektiği Kırık Bir Aşk Hikayesi’ni izleyin. Başrollerde Hümeyra ve Kadir İnanır yer alıyor.
*Ayvalık’ta nerede yüzülebilir diyenler için Cunda yakınlarındaki Bıyıklı Plajı, Ortunç Koyu Plajı ve Sarımsaklı plajı seçenekler arasında olabilir.
*Ayvalık atmosferinde meyhane zevki tatmak isteyenler için ise bir diğer adres Tamam Meyhane.
Cunda’da…
*Adanın şüphesiz ki en güzel yeri sokakları. Pastel tonundaki panjurları ve tokmaklarına dikkat kabarttıkça insanı gülümseten kapılarıyla her daim gözümüzü gönlümüzü açan Cunda evleri bu sokaklarda. Mor mor açmış begonvillerin arasından size göz kırpan bu evlerin bahçelerine bakmayı unutmayın.
Bu sokakları hiçbir rota belirlemeden, kafanıza göre gezebilirsiniz. Fakat Cumhuriyet Fırını’nın bulunduğu sokağı fotoğraf çekmek isteyenler için özellikle öneriyoruz.*Taş Kahve’de muhakkak vakit geçirin; mümkünse içerisinde.
Kırlangıçların bir ucundan diğerine uçtuğu yüksek tavanları, duvarlardaki eski fotoğrafları, ışığın bal gibi süzüldüğü vitrayları ve satranç masalarıyla sanki başka bir zamana ait bu kahve. Ve günün her saati kart oynayan adalı amcaların çekişmeli oyunlarına tanık olacağınız bir yer.
*Atölye Patika doğal içerikli kozmetik ürünleri ve tarihi taş binanın duvarlarındaki raflara döşenmiş eşyalarıyla oldukça cezbedici bir dükkân. Kimyasaldan kaçınan kadınlara “al yanaklım” allığını öneririz. Ayrıca, seramik ve ahşap mutfak eşyaları da satılıyor.
*Cunda Taksiyarhis Kilisesi, Ayvalık’taki gibi 19.Yüzyıl’a tarihlenen göz alıcı bir yapı. Rahmi Koç Vakfı tarafından restore edildi ve şu anda içinde Koç’un koleksiyonu sergileniyor. Deniz yaşamına dair birçok eşyanın yanında, tarihi değer taşıyan ve yaşamımızda bir yer etmiş aletler bu koleksiyonda.
*Ada manzarasını izleyebileceğiniz Aşıklar Tepesi’nde bulunan manastır ve kilise, İstanbul’un fethinden sonra kurulmuş ve Aziz Yahya’ya (St. John, St. Yuhanna) atfedilmiş. Bir zamanlar azizleri, patrikleri ve keşişleri barındıran yapı şimdilerde Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı’na ev sahipliği yapıyor. Kitaplığı gezdikten sonra (gezerken freskolara da bakın) seyir terasından Cunda’yı; karşıdaki küçük adaları ve denizin üzerinden geçip giden tekneleri izleyin.
*Ayrıca, Yakamoz Avlu’nun birbiriyle zıt ama harika uyum sağlayan malzemeleri bir araya getirerek oluşturduğu Ege mezelerinden ve balıklarından tatmayı, Orman’da gündüz kahve, akşam kokteyl keyfi yapmayı (mürver çiçeği şurubuyla yapılan kokteylleri özellikle tavsiyemiz), Ayna’nın mevsimsel ürünlerle yapılan menüsünden (lor peynirli ballı börek not edilsin) ve mor meyveli kokteyllerinden denemeyi, Karadeniz Pastanesi’nin Kavala kurabiyelerinden almayı bir kenara yazın. Sahil kenarında sıkça karşılaşacağınız seyyar arabalarda satılan buzlu badem ve mevsiminde tutulup, adanın birçok balıkçısında satılan papalina balığı da Cunda’ya özgü denenmesi gereken lezzetlerden.
*Eğer, Cunda’dan çok uzaklaşmadan romantik bir gün batımı saati yaşamak isterseniz; sakin sessiz Pateriça Koyu’nu tercih edebilirsiniz. Yalnız, bu saatlerde koydaki birçok tesis kapanacağından kendi imkanlarınız dahilinde; belki bagaja atacağınız katlanabilir sandalye vs. ile kendi ortamınızı kendiniz yaratabileceğinizin de altını çizelim. Bir de Pateriça Yarımadası’nın en ucundaki Ayışığı Manastırı’nı görebilirsiniz. Pateriça yönünde ilerleyip, Birinci Köy (Aşağı Damlar) ve İkinci Köyü (Yukarı Damlar) geçtikten sonra ulaşılabilir. Eğer manastırı görmeye giderseniz, gözlerinizi kapatın ve bu tarihi eseri bir de dolunay ışığında hayal edin.
Altınoluk ve Güre
Altınoluk belde olarak günden güne daha da kalabalıklaşsa ve mimari görüntü açısından bozulsa da hala sakinliğini ve güzelliğini koruyan; eski adıyla Papazlık (Altınoluk) Köyü sebebiyle ziyaret edilmeyi hakkediyor. Buradaki tarihi çınarın altındaki kafelerde oturup karadut veya koruk suyu eşliğinde çiğ börek yiyebilir, sonra köyün tepelerine doğru yürüyüşe çıkıp Sıraodalar Sokağı’ndan geçerek tek tek tarihi taş evleri bulabilir ve yürüyüşünüzü Abdullah Efendi Konağı ile bitirebilirsiniz. Şu anda Antandros Tanıtım Merkezi’ne ev sahipliği yapan bu tarihi konak, 160 yıllık bir geçmişe sahip. Önceleri köydeki Papazlık Kilisesi’nin rahibinin konakladığı bir binayken, 1.Dünya Savaşı sonunda Midilli Adası’ndan getirilen Abdullah Efendi’nin kalmasından ötürü adı bu şekilde kalmış. Osmanlı mimari üslubundaki cumbalı ahşap binanın bahçesi de en az kendi kadar güzel. Binayı gezmeden önce tarihine ve mimari özelliklerine dair detaylı bilgileri buradan muhakkak okuyun:https://antandros.org/abdullah-efendi-konagi/
Altınoluk’un bir diğer ziyarete değer noktası ise limanı. Limanda özellikle gün batımı saatlerinde, liman fenerinin yanı başından güneşin batmasını izleyin. Sonra, buradaki tarihi bir taş kemerin altına konmuş masalarında kareli örtüleriyle gözünüze çarpacak olan; Çınaraltı Çay Bahçesi’nde oturun. Burada karadut suyu eşliğinde Ayvalık tostu yiyebilirsiniz (tostun iç malzemesi fazla yoğun olduğundan sipariş verirken bazı seçenekleri çıkartabilirsiniz).
Antandros Antik Kenti, özellikle de ortaya çıkarılan mozaikleriyle çok etkileyici bir alan. Altınoluk merkezine çok yakın olan kent, yıllardır büyük uğraşlarla kazıları devam ettiren geniş bir ekibe sahip. Antandros, Troya kenti olarak bilinse de M.Ö 7.Yüzyıl’a kadar uzanan bir geçmişi olduğu düşünülüyor. Yamaç evlerindeki fresklere ve Roma villaları kısmına, ayrıca ağzında zeytin dalı taşıyan güvercin mozaiğine dikkatle bakın. Buradaki kazı ekibinden yardım isterseniz, gezerken size rehberlik edeceklerdir.
Güre’ye doğru devam ettiğinizde atlanmaması gereken birkaç yer var. Öncelikle, Güre Limanı yakınlarındaki Kaz Dağı Müzesi. Bölgenin etnografyası ve tarihi-kültürel özelliklerini özetleyen niteliğindeki anlatımlarıyla görmeye değer bir müze. Bu bölgede yaşamış değerlerden Tuncel Kurtiz, daha öncesine gidersek Sabahattin Ali gibi isimlerin de anıları, eşyaları yine bu müzede yer alıyor. Ayrıca, bahçesinde odun ateşi közünde pişen lezzetli kahvesi ve müze dükkânında satılan boy boy heykel büstler de sizleri bekliyor olacak.
Güre köy meydanında kurulan pazarını ve bir ağacın altındaki küçük köy kahvesini de ziyaret edebilirsiniz. Biraz daha orman havası almak için yukarılara çıkarsanız da kaçırmamanız gereken Kavurmacılar Köyü var. Burada bulunan Inn Han Oteli’nin manzaralı terasında bir şarap veya kahve içerseniz, bahçeyi aromaterapi cennetine çeviren tatlı sahibesine de selam vermeyi unutmayın. Bu köy, biraz terk edilmiş gibi dursa da enteresan bir havaya sahip. Gittiğinizde ne kastedildiğini anlayacaksınız.
Güre’ye gelmeden önce sol tarafta karşınıza çıkacak olan Çamlıbel Köyü tabelasına bakarak olun. Tertemiz havası olan bu köydeki; Tuncel Kurtiz’in yaşarken her bir detayına yaşam kattığı oteli Zeytinbağı, ziyareti ve vaktiniz varsa konaklamayı kesinlikle hakkediyor.
Edremit’e Ne İçin Gidilmeli?
Buralara kadar gelmişken Edremit’e de uğramak lazım. Peki, ne için diyenlere, işte bazı sebepler:
*Eğer Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf kitabını okuduysanız ve sevdiyseniz, Edremit sokaklarında geçen bu duygu yüklü roman için buraya gelmelisiniz. Eski Bayram Yeri Sokak, Kurtuluş Caddesi ve çevresi kitaba renk katan yerlerin başında geliyor. Ayrıca, yazarın çocukluk döneminde yaşadığı evi de yenilenerek bir anı evine dönüştürüldü. Sabahattin Ali Anı Evi’ni, içinde yer alan eşyaları, Filiz Ali’den armağan olan siyah-beyaz fotoğrafları ve sergilenen hikâyeleri için ziyaret edin.
*Gazi İlyas Caddesi’ndeki bugüne kadar gelebilmiş Rum evlerini görün.
*Birkaç kuşak devam eden aile işletmesi; Tıflıpaşa Helvacısı’na uğrayın. Acıbademli tahin helvaları özellikle tavsiye edilir.
*Edremit Atatürk Kültür Evi’ni ziyaret edin. 1934’te Atatürk’ün kaldığı ev restore edilerek o günün eşyalarıyla ziyarete açık. Ayrıca müzede, Atatürk’ün Edremit’i ziyarete geldiği yıllardan harika fotoğraflar da var.
*Ayşe Sıdıka Erke Etnografya Müzesi, Kuzey Ege geleneklerini çok detaylı bir şekilde toplamış, bu yörenin geçmişini eşyalar, anılar ve belgeler vasıtasıyla anlatmış. İçinde kına gecelerinden tutun, zeytin hasadına, Kuzey Ege evlerini anlatan mizansenlere kadar ayrıntılı bilgiler sunuyor. Ayrıca, Ülker Erke’nin minyatürlerine; Kuzey Ege kültürünü anlatan renkli sahnelerine dikkatle bakın.
*Cumhuriyet Lokantası, Edremit’in şüphesiz en çok konuşulan mekânı. 1923’te açılan restoranın günlük çıkan yemek çeşidi oldukça fazla ve her şey çok lezzetli. Yemeğin üstüne söyleyeceğiniz kaymaklı ekmek kadayıfı da bir o kadar cazip.
Kaz Dağları Çevresindeki Şelale ve Kanyonlar
Başdeğirmen Taş Köprüsü altından buz gibi akan Mıhlı çayıyla ve diğer yerlere kıyasla sakinliğiyle gitmeye değer. Burada yüzdükten sonra köprünün ilerisindeki büyük kayalıkların üzerine havlunuzu atıp, kafa dinleyebilirsiniz (giriş yeri kalabalık gibi gözükse de biraz ilerlerseniz ötelerin sakin olduğunu göreceksiniz).
Şahin Deresi Kanyonu da yüzmek için adeta cennetvari bir diğer nokta. Hışırdayan çınar yaprakları ve kuş sesinden başka bir sesin olmadığı, doğanın kalbinde serin bir yer. Girişindeki otoparka arabanızı bırakıp, yaklaşık 15 dakika yürümeniz gerekiyor; fakat kayalıklar üzerinden yüründüğünden dikkatli olmakta ve yanınıza rahat bir ayakkabı almakta fayda var. Sonunda karşılaştığınız manzara; kanyonun ortasındaki doğal yüzme alanı ve çevresindeki yemyeşil ağaçlar “iyi ki” dedirtiyor.
Hızır Kamp, eğer ismini duymadıysanız listenizde olsun. Yıllardır, bu civarda en çok tercih edilen kamp alanlarından biridir. Çadırda kalmak istemeyenler için de bungalov seçenekleri var. Ayrıca gün boyu yararlanabileceğiniz restoranı, banyo vb. ihtiyaçlar düşünülmüş. Bir özel tavsiye de pınarda yüzdükten sonra saçlarınızı yıkamamanız! Çünkü yüzme sonrasındaki gelen yumuşaklığa inanamayacaksınız 🙂
Hasan Boğuldu Göleti, en popüler yüzme alanlarından biri. Bu yüzden kalabalığa hazırlıklı olun. Erken saatlerde çok daha tenha fakat o zaman da suyunun buz gibi etkisi güneşin azlığından insanı zorluyor. Burada geçen ve Sabahattin Ali’nin kaleme aldığı halk efsanesi Hasan Boğuldu’nun hikâyesini gelmeden önce okuyun.
Sütüven Şelalesi, Zeytinli’den devam ettiğinizde varacağınız büyüleyici güzellikteki bir diğer şelale. Göletleri de yüzmeye elverişli. Sezon bitimine yakın; Eylül ortaları gibi çok daha sakin.
Kazdağı Milli Parkı, doğada yürüyüş sevenler için en başta gelen yerlerden biri. Bir rehber eşliğinde detaylı olarak gezebilirsiniz.
Taş Evlerin Cenneti – Yeşilyurt ve Adatepe Köyleri
Daracık taş sokakları, o sokakların vardığı Rum evlerini, yokuş başlarından göze çarpan denizi ve her adımda karşılaşacağınız yüz yıllık ağaçları hayal ettiğinizde eğer içiniz huzur doluyorsa Yeşilyurt Köyü’nü de sevmeniz olası. Kaz Dağları eteklerine kurulmuş bu köy, 1900’lerin başında Rumların yaşadığı, mübadele sonrasıysa Türklerin yerleştiği bir köy olmuş. O dönemki kayıtlarda Büyük Çepni olarak geçen köy koruma altında olduğundan bozulmamış ve güzelliği hep aynı kalmış.
Yeşilyurt Köyü’nün artık kullanılmayan tarihi ilkokulu, mimarisiyle hemen dikkat çeken tarihi camisi, birkaç mekânın sıralandığı ana sokağı ve küçük meydanı bu köyü sevmeniz için yetecek. Yeşilyurt Camisi’ne dair bir rivayet şöyle; yapımında Yunan ustalar çalıştığı için caminin yapısı bir kiliseyi andırıyor. İçinin de en az dışı kadar güzel olduğu camiyi ziyaret ettikten sonra yanı başındaki dükkânları kesinlikle ziyaret edin. Burada, kekik suyundan, kantaron yağına, yerli kapariden, el yapımı salçaya kadar Ege’nin birçok tadına rastlarsınız.
Yeşilyurt Köyü meydanındaki tarihi çeşmenin buz gibi suyuyla yüzünüzü yıkadıktan sonra meydandaki çay bahçesinde gözleme-çay keyfi yapabilirsiniz. Biraz ilerideki Yazgara Mola’da ise denenmesi gereken lezzet dondurma! Lavanta ve kekik aromalı dondurması, bazen kalkıp Yeşilyurt Köyü’ne gelmek için tek başına bir sebep bile olabiliyor.
Pinecone Butik Otel ve Çetmihan Hotel Yeşilyurt Köyü’nde kalıp biraz daha uzun vakit geçirmek isteyenler için iki tavsiye. Ayrıca köyün içinde çok fazla yemek seçeneği ve restoran bulunmadığından, buradan arabayla 10 dakikada ulaşabileceğiniz Küçükkuyu sahilindeki Yengeç Restoran’da, ağaçların altında ya da deniz kenarında meze ve deniz ürünlerinden afiyetle yiyebilirsiniz.
Adetepe Köyü, görünümü itibariyle Kuzey Ege’nin en özgün ve en iyi korunmuş köylerinden biri. 1924’teki mübadeleye kadar Rumların yaşadığı bir köyken, sonrasında Girit’ten getirilen Türkler köye yerleşmiş. Sit alanı ilan edilen köyde, yığma taş evler neyse ki korunarak veya doğru şekilde restore edilerek bugüne kadar gelebilmiş.
Büyük çınarın yer aldığı meydanı, çiçeklerle donatılmış pastel tonlu panjurlu evlerin güzelliği, köyün tek seramik atölyesi ve taş mektebiyle, çamların arasında sükûnet dolu bir yer burası. Gün batımı saatlerinde içeceğiniz şarabın tadı da bambaşka gelir bu köyde, bir kafesinde oturup beraberinde iki lafın belini kıracağınız acı kahvelerinin tadı da.
Homeros’un anlatılarında, Troya Savaşı’ndaki Baştanrı Zeus’un savaşı izlediği yer olarak bilinen Zeus Altarı’nı ziyaret ettikten sonra tekrar köye dönüp Refika’da bir kahve molası verebilir,
Hüseyin ve Meral’den zeytinyağı alabilirsiniz. Bir de düzenli aralıklarla etkinlik ve atölyelere ev sahipliği yapan Taş Mektep’in takvimini takip etmeyi unutmayın.
Sadece kuş -ve belki horoz- sesleri duyabileceğinizin garantisini veren sakin sabahların birinde bu köyde uyanmak isterseniz, Hünnaphan Butük Otel’i tercih edebilirsiniz. Havuzu başında geçireceğiniz anların ve sabahları serpme kahvaltısında karşılaştığınız her bir reçelin tadı kesinlikle unutulmaz.
Adatepe’deki restoran seçeneği de ne yazık ki çok kısıtlı olduğundan, hemen sahile indiğinizde mavi beyaz renkleriyle karşınıza çıkacak Filinta Restoranı’nı tercih edebilirsiniz. İncir seviyorsanız, yemeğinizin üstüne dondurmalı incir tatlılarından da mutlaka tadın!
Aristo’nun Kenti: Assos
Behramkale köyüne bağlı, manzarasıyla nefes kesici Athena Tapınağı ve antik limana sahip Assos, Antik Çağ’da Troya bölgesinin güney ucuna, Midilli adasının tam karşısına kurulmuş. Tarih boyunca Lidya, Pers, Pergamon ve Roma egemenliği altına girmiş olan Assos’un adı en çok da Aristo (Aristoteles) ile anılır. Çünkü Aristo, Antik Çağ’da bu kentte bir süre yaşamış ve felsefe okulunu kurmuştur. Eğer gün batımına yakın saatlerde antik kenti ziyaret edip, Athena Tapınağı’nın yükseldiği yamaçlardan önünüzde uzanan manzaraya bakarsanız, Aristo’nun felsefe okulu kurmak için neden bu kenti tercih ettiğini de anlayacaksınız.
Athena Tapınağı, Müzekart ile ziyaret edilebiliyor. Gezmek için en güzel zaman, vadettiği renkler ve manzaralardan ötürü gün batımı saatleri. M.Ö 6. Yüzyıl’da kurulan kentten çıkarılan lahitler dünyaca ünlü. Hatta içlerinden bir tanesine Paris’teki Louvre Müzesi’nde denk gelebilirsiniz.
Kullanılan lahit taşlarının özelliğinden kaynaklı, gömülen bedenin hızlıca toprağa karışmasından ötürü “insan yiyen lahit” tanımı kullanılırmış o çağlarda. Athena, ismini ise Zeus’un kızı ve 12 Olympos tanrısından biri olan; Athena’dan alıyor. Tapınağın dışında alanda Roma dönemi antik tiyatrosu, surların kalıntıları, agora ve nekropol (mezarlık) de görülebilir.
Antik Liman, Assos denilince akla ilk gelen yerlerden bir diğeri. Çevresinde balık restoranları, denize girmek için iskele ve tesislerin bulunduğu limanın en güzel kısımlarından biri renk renk ahşap balıkçı kayıklarının sıralandığı, Kervansaray Oteli önü. Burada, ister bir restoranda rakı eşliğinde meze yiyebilir, isterseniz de bir balıkçıyla mavi-yeşil benekli sulara açılabilirsiniz. Bir diğer görmeye değer nokta ise berrak suyu ve daldıkça size hikâyeler sunan deniziyle sola doğru en sondaki bölüm; yani tesislerin son bulduğu yer. Buradan şnorkel ile dalarsanız denizin dibindeki kalıntılar Assos’un geçmişini size, bu sefer de suyun altından fısıldar.
Antik Liman’a inmeden önce yokuşta yan yana sıralanmış kafe-barlarda oturup manzarayı seyredebilir, bira-patates ikilisinin tadını çıkarabilirsiniz.
Behram köyünün taş döşeli dik yokuşlarını tırmanırken, sokaklara sıralanmış tezgâhlardan yöreye özgü, aklınıza gelen ne varsa bulabilirsiniz. Bu esnada durup biraz soluklanmak isterseniz Assos Taş Kahve veya doğa manzaralı Sunset Hotel’in terası, buz gibi bir limonata ya da iced latte ile imdadınıza yetişebilir.
3 Oda, Assos’ta konaklamak isterseniz, az ama öz odasıyla ve yemek salonundan görünen şahane manzarasıyla butik oteller arasında tavsiye edebileceğimiz bir adres.
Ayrıca, 14.Yüzyıl’da inşa edilen Hüdavendigar Köprüsü ve yine aynı dönemden kalma Behramkale Camii tarihi yapıları sevenler için rotada yer almalı. Köprüye giderken sıcaktan bunalıp bir mola vermek isterseniz de Dondurmacı Yahya Usta, aklınızın bir köşesinde olsun.
Yeşilin Kucağında Ayvacık Köyleri: Balabanlı, Bektaş, Kozlu, Kayalar…
Kuzey Ege’nin en güzel tarafı, bir yere doğru yola çıktığınızda yolların güzelliğinin size varacağınız o yeri unutturmasıdır. Assos’un tepelerindeki köylerin içinden geçerken tanık olduğunuz yol manzaraları, sürüler, meşe ve çam ağaçlarının doğayı kolları altına almış yaprakları ve dağlardan süzülen mis gibi havası size sonrasını unutturur ve “o anı” yaşatır.
Balabanlı Köyü, daha köye ilk adım atarkenki görüntüsüyle bu çevrede insana en huzur veren, resim gibi gelen köylerden biri. Köyleri ve yolları sevenler için burası bir tavsiye olsun. Ayrıca, yol üzerinde denk gelirseniz yerlilerden bal, pekmez almayı unutmayın.
Bektaş Köyü, kendini olduğu haliyle koruyabilmiş, Kuzey Ege’nin en yalın köylerinden biri. Bu köyün içinden şöyle bir geçmek ve sonra Sivrice Koyu’nun sakin sahiline varmak insana iyi geliyor.
Sivrice Koyu’na gittiğinizde eğer en sola doğru devam ederseniz, köyün küçük limanının hemen gerisinde kalan şezlonglara (bu şezlong ve şemsiyeler halka açık) uzanabilir, çınarın altına atılmış ahşap sandalyelerde dinlenebilir, hemen oradaki minibüsten kokoreç alabilir, gün batımına doğru Balıkçı Muammer Can’ın oracıkta mangalda kızartılan günlük balıklarını denizin yanı başında yiyebilirsiniz. Buradan görünen liman manzarası ve etrafın yavaşça turuncuya teslim olmasıyla yediğiniz balık ve mezeler de daha lezzetli gelebilir. Not: Akşam gidilecekse rezervasyon gerekiyor.
Sivrice Koyu’nun bir diğer uğranması gereken adreslerinden biri de mezeleriyle ve samimi, sade ortamıyla gönülleri çelen Ethem ile Aslı. Masa sayısı kısıtlı olduğundan rezervasyon gerekli.
Tesis ve restoran seçenekleri bol olan Sokak Ağzı Koyu da tüm gün yüzüp, vakit geçirilip sonrasında oradaki restoranlarda yemek yemek için tercih edilebilir. Fakat tesis aramıyor ve daha sakin, ıssız bir koy arıyorsanız buz gibi deniziyle Yeşil Liman seçenekler arasında.
Çok daha geniş bir plaja sahip ve etrafında otel, tesis, restoran seçeneği fazla olan Kadırga Koyu ise Ayvacık’ta en sık tercih edilen yerlerden. Bu yüzden, gidecek olursanız kalabalığa da hazırlıklı olun.
Korubaşı Köyü, taş evleri, meydanındaki kahvesi ve çeşmesiyle insanı 70’lerde çekilen Ege filmlerine ışınlıyor adeta. Köyün kahvesinde soluklanıp, köyün yol tarafında açılmış olan Doseluna Şarap Fabrikası’nı gezebilirsiniz. Bağların güzelliği, havuzu ve evin Toskana’yı andıran görüntüsü ve karşınızda nefes alan mavi manzaralar için buraya gitmeniz ve özellikle Rose şarabından almanız tavsiyemiz. Gitmeden önce arayıp, geleceğinizi haberdar ederseniz sizi gezdirecek arkadaşlar önceden organize olur.
Buta Tandır, Korubaşı Köyü’nde yemyeşil ağaçların ortasına kurulmuş, akşama doğru tepesindeki lambaların bir bir yanarak ortamın daha da hoşlaştığı bir restoran. Tandırı çok lezzetli. Bunun yanında, gün içinde atıştırmalık; tost, sandviç gibi seçenekleri var.
Kalabalık bir arkadaş grubuyla geziyorsanız; bir akşam yemeği veya akşamüstü kokteyl saati için İlyasfakı Köyü’ndeki Manici Çiftliği’nden rezervasyon yaptırabilirsiniz.
Mimariye meraklıysanız, Büyükhusun Köyü’ne çevirin rotanızı ve mimar Han Tümertekin’in Ağa Han ödüllü evi B2’yi muhakkak görün. Evin en büyük mimari özelliği bulunduğu alanla ilişkili olması ve sadeliğinin yanında dönemlik kullanıma uygun olarak kapatılıp açılabilir şekilde tasarlanması.
Biraz ötedeki Kozlu Köyü, köy kahvesinin maviye uzanan manzarasıyla sizi dinlendirecek en iç açıcı noktalardan biri. Burada kahvenizi yudumlayıp, kahvenin çitlerine asılmış saksılardan gelen karanfil kokularını koklamayı unutmayın. Köyün içindeki Kozluhan, konaklama için muhakkak aklınızda bulunsun; özellikle doğa ile iç içe ve sakin bir tatil arayışındaysanız. Ayrıca Kozluhan’ı belli tarihlerde düzenledikleri etkinlikler için de takip edebilirsiniz.
Kozlu çevresindeki bir diğer konaklama önerisi de Kozluyalı Glamping. Çadır odalarda, doğanın tam ortasında, Kuzey Ege lezzetlerinin her öğününüze eşlik edeceği bir deneyim sunuyor.
Tepelere çıktıkça sizi saran çam kokuları ve aralık bulduğu bir boşluktan elini uzatan masmavi deniz, Küçükkuyu yönüne doğru ilerlerken size bir yerde daha dur diyecek: Kayalar Köyü’nde. Burada mola verip, denizi seyretmeyi ve sonrasında Avlu 124 Coffee Bar’a uğramayı unutmayın. Mekânın manzaraya nazır masalarında oturup buz gibi bir latte içerken ya da günün tatlısından yerken, zamanın Ege’nin kuzeyinde nasıl da yavaşça aktığını görecekseniz.
Ahmetçe Köyü, Ayvacık’a bağlı köyler arasında maviyi en gönlü açık, en geniş şekilde kucaklamış olanlardan. Köyün eğri büğrü taş yollarında gezerken, üzerinde küçücük bir martı gibi gözüken tekneleri, yelkenlileri ile o deniz size daima eşlik edecek. Üstünde tarihi kazılı olan evlere dikkatle bakın! Bir de altından geçerken başka bir zamana yol alacağınız o taş geçiti bulun. Bu köyde kalmak isteyenler için köyde günlük kiralanan evlerin ve Simurg Inn Hoteli’nin olduğunu hatırlatalım. O otele yolu düşenlere de barında yapılan reyhanlı kokteyl önerisi kayıtlara geçsin.
Asya’nın En Batısında, Mavinin Kıyısında: Babakale
Assos’u geçip, yılan gibi kıvrılan yollarda Babakale tabelalarını takip ederek ilerleyip, denizin kenarına yeniden vardığınızda karşınıza Babakale çıkıyor. Burası, ilk olarak 1521 tarihinde Piri Reis’in yazdığı Kitab-ı Bahriye’de geçiyor. Asya’nın en batı noktası olarak anılan Bababurnu ve Osmanlı’nın son kalesi bu köyde yer alıyor. Küçük bir balıkçı köyü havasında ve her zaman dingin olan Babakale’nin ara sokakları, limanı, dillere destan çıtır kalamarı ve kalesinden Midilli’ye doğru baktığınızda içinizi bürüyen mavisi ile beraberinde gelen huzuru, buraya kadar gelmeye değecek sebepler arasında.
Babakale’de Neler Yapmalı?
Babakale Köy Kahvesi’nde köpüklü bir kahve içerken yan masadakilerle sohbet edebilir,
Günbatımında liman gören bir masaya yerleşip, Karayel Restoran’ın sadece limon eşliğinde sunduğu çıtır kalamarlarla bira keyfi yapabilir,
Köyde, Osmanlı döneminde 18 bıçakçı dükkânından geriye tek kalan; Doğan Tosun’un 1730’lardan beri aile geleneği olarak el yapımı bıçaklar ürettiği dükkanını ziyaret edebilir,
Limandan kalkan teknelerle olta ile balık turlarına katılabilir,
Yakınlardaki Akliman sahilinde geniş kumsalın ve denizin tadına varabilirsiniz.
İlyada Destanı’ndan Kabartmalara: Apollon (Smintheus) Smintheon Tapınağı
Ayvacık ilçesinin Gülpınar kasabasına bağlı Apollon Smintheon Tapınağı, Hellenistik, Roma ve Kalkolitik dönemlerini kapsayan kalıntıları içine alıyor. Troya şehrindeki Athena Tapınağı’ndan sonra gelen en önemli kutsal alan. Kelime olarak “farelerin efendisi” anlamına gelen Apollon Smintheus, çiftçileri farelerden koruyan bir tanrı olarak Troya bölgesinde yaşamış. Gezerken dikkatinizi çekecek olan fare figürleri de bu olaya gönderme yapması için ören yerine sonradan yerleştirilmiş.
İon stilinde yapılan tapınak M.Ö.150 yıllarına tarihleniyor. Alanın en önemli özelliği ve belki de en etkileyici kısmı ise Homeros’un İlyada destanında anlatılan Troya savaşından izler barındırması. Tapınağın kalıntılarından çıkarılan kabartmalarda savaşın her bir sahnesine şahit oluyorsunuz. Özellikle de Andromakhe’nin, kocası Hektor için tuttuğu yas sahnesi etkileyici.
Apollon Smintheon’a Geldiğinizde…
Küçük bir alana yayılmış olan tapınak ve hamam kalıntılarını gezmek dışında, çevresini saran peyzaja da göz atın; ağaçların altına konmuş banklarda soluklanın.
Müzenin iç kısmındaki Troya savaşı sahnelerini anlatan kabartmaları inceleyin.
Hemen karşısındaki Apollon Kafe’de buz gibi bir reyhan şerbeti için.
Tapınağın da içinde yer aldığı Gülpınar’ın köy meydanını görün, Çınaraltı Restoran’ın gölgeye dizilmiş masalarında bir çay için.
Burada, köyün yaşlılarıyla Gülpınar’ın geçmişine dair sohbet edin. Eğer İlhami Amca’ya denk gelirseniz, yüzündeki neşeyle eskiden ve günümüzde, bu meydanda Cumhuriyet bayramlarının nasıl bir coşkuyla kutlandığını anlatacaktır kendisi; durup dinleyin.
Yorumlar