denemenlazım
Bazen sadece gülmek istersiniz. Hele ki bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey endişe ile çatılmış kaslarımızı gevşetip yüzümüze kocaman bir tebessüm oturtmak. Bunu başarmak için sizi ilk önce bardağın dolu tarafına bakmaya davet ediyoruz.
Evdesiniz ve hep eksikliğini çektiğiniz bir şeyden şu anda elinizde bolca var; zaman! Yani hep “daha sonra izlerim” dediğiniz tüm filmlere verdiğiniz sözü tutma zamanı geldi. Janrınız pek tabi sizi neşelendirecek komedi olmalı. En sevdiğiniz ya da bir türlü izleyemediğiniz klasikleri açmanın tam sırası.
“Tek dürüst sanat formu kahkahadır” demiş Lenny Bruce. “Taklit edemezsin.” Bunu göz önünde bulundurarak, hazırladığımız liste ile size rehberlik etmemize izin verin. Sayfalar yetmeyeceği için listemize alamadığımız pek çok film var. Yine de hepsi içten gelen kahkaha garantili…
Some Like It Hot (1959)
Jack Lemmon ve Tony Curtis, kan dondurucu bir katliama tanık olduktan sonra Chicago’dan kaçmak için Florida’ya giden bir müzik grubunun arasına karışmaları gerekir. ancak bir sorun vardır. Bu grup tamamen kadın üyelerden oluşmak zorundadır. Joe (Tony Curtis) ve Jerry (Jack Lemmon) de kadın kılığına girerler. Joe grubun baştan çıkarıcı şarkıcısı Sugar’a (Marilyn Monroe) gönlünü kaptırırken Jerry zengin bir yaşlı adamın korkutucu şehvetli ile savaşmak zorunda kalır. Kısacası filmin konusu klasiktir, ama bu türün ilk örneklerinden olmasıyla filmin kendisi bir klasiktir.
Party (1968)
Bazı filmler vardır, biri onları izlemediğini söylediğinde aklınız şaşar. İşte Peter Sellers’ın bu filmi de izlenmemesi suç sayılabilecek türdendir. Peter Sellers Pink Panter filmleriyle özdeşleştiği için Part genelde atlanıyor. Hintli aktör Hrundi V Bakshi olarak Sellers, çeşitli Hollywood filmlerinde oynayan ünsüz biridir ve kendini şaşaalı bir Hollywood partisinde bulur. Sonrası saf bir fiziksel komediden ibaret. Eğer komedi sizin için bu sözlü şakalardan ibaretse bu film size göre olmayabilir. Onu da söyleyelim.
Monty Python and the Holy Grail (1975)
1975 yapımı klasik Monty Python komedisinde kahramanlarımız – yani Kral Arthur ve yandaşları kutsal kaseyi aramak üzere yola çıkarlar. Ancak bu bir Monty Python anlatısıdır. Haliyle, normalde adeta bir kahramanlık, erdem, iman ve cesaret öyküsü olan efsaneyi bu film ters düz eder. Zira kılıcı taştan çekip çıkaran Kral Arthur’un karizması yerle birdir, Lancelot bir katildir, Sir Galahad safın teki, Sir Robin üçkâğıtçının önde gidenidir. Haa, bir de atları bile yoktur…
Annie Hall (1977)
Annie Hall, Woody Allen’ın Woody Allen olduğu en iyi filmlerden biri; komik, nevrotik ve her ne olursa olsun, hayat tarafından her an çiğnendiğinizi hissettiren türden. Film aynı zamanda sıkı romantik komedilerden biridir. Ve tabi bir de Diane Keaton var. Filmdeki görüntüsü, tavrı ve tarzı ile ikonlaştığını söylersek abartmış olmayız.
National Lampoon’s Animal House (1978)
John Belush’i John Belushi yapan film bu filmdir ve hatta bu film ‘teen comedy’ janrının da yapıtaşlarından biridir. Aslında film, kolej çağındaki birkaç gencin yaşadığı komik olaylar silsilesinden ibarettir. Ancak tüm o American Pie ve benzeri filmlerin atası olarak bir başyapıttır da. 60’li yılların bize en güzel armağanlarındandır. İzledikçe kıymeti daha iyi anlaşılır.
Airplane! (1980)
“Joey, hiç Türk hapishanesinde bulundun mu?” Evet, filmin en çok güldüren repliklerinden biri de bu. Airplane!, Jim Abraham ve Zucker kardeşlerin ikinci filmi (‘Kentucky Fried Movie’den sonra -ki bu film de oldukça komiktir). Ardından da diğer klasikler ‘Naked Gun’ ve ‘Hot Shots’ filmleri gelir. Fakat Airplane!’in yeri ayrıdır. 1970’lerden günümüze kadar süre gelen felaket filmlerinin bu zekice yapılmış parodisinde, pilot gıda zehirlenmesinden öldükten sonra uçak uçağı inmeye zorlanan sorunlu bir eski pilot hikayesini anlatır gibi gözükür. Ancak, pek tabi, Leslie Nielsen filmin asıl yıldızıdır.
Tootsie (1982)
Tabii, bu film Dustin Hoffman’ın tek kişilik dev gösterisinden farksız. Yine de hafızalarımızda yer eden ve bizi en çok güldüren ismin, yani Bill Murray’nin hakkını vermek gerek. Daha iyi bir iş bulmak için kadın kılığına giren bu adamın hikayesinde, günümüzden geriye doğru baktığımızda o zamanlarda feminist bir yaklaşımın ‘f’sinin bile olmadığını söyleyebiliriz. Ancak performanslar hala parlıyor, senaryo hala parlıyor ve yönetmen Sydney Pollack’in 80’lerin pürüzsüz tarzını sunuşu hala büyülüyor.
Groundhog Day (1983)
Evet, klasik bir komedi filmi. Ancak bir yandan da şu anda yaşadığımız günlere atıfta bulunuyor gibi. Sizce de öyle değil mi? Bu film Türkçeye “Bugün Aslında Dündü” diye çevrilmişti. Haliyle her günümüzün birbirine benzediği bugünlerde izlenilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Bill Murray, alaycı bir hava durumu spikeri olarak Pennsylvania’nın Punxsutawney kasabasında bir zaman döngüsüne hapsolup, aynı günü tekrar tekrar yaşar. Film çekileli neredeyse 20 yıldan fazla zaman geçti. Ancak ‘Bugün Aslında Dündü’ asla yaşlanmış bir film değil. Zira bu öfkeli mizahın altında ciddi bir gerçek yatıyor; hayat çirkin, sıkıcı ve tekrarlarla doludur, ancak biraz nezaket ve sevgi uzun bir yol kat etmeniz için yeterlidir.
National Lampoon’s Vacation (1983)
Griswold ailesi Amerika’yı kat edip Walley World tema parkına gidip harika bir tatil geçirmeyi hayal ederler. Tabi ki hayalleri suya düşerken biz kahkahalara boğuluruz. Chevy Chase’in aile babası tiplemesi akıllara kazınacak türdendir ve neyse ki bu şahane karakteri serinin diğer filmlerinde birkaç kere daha izleme fırsatı bize sunulur.
The Naked Gun (1988)
Bazı filmler sizi güldürür. Bazı filmler ise bunu beceremez. Naked Gun kesinlikle ilk kategoriye giriyor. Eski TV polis şovlarının şahane bir parodisi olan bu film ve serisi kelime oyunları ve ince şakalarla doludur. The Naked Gun, pek çok komedi klasiğine imza atan Zucker-Abrahams kardeşlerin eseridir. Ek olarak film, adeta bir yıldızlar geçitidir. Priscilla Presley’den OJ Simpson’a ve tabi ki şarkı parodisti “Weird Al”a kadar herkesi görebilirsiniz.
Mrs. Doubtfire (1993)
Ah! Robin Williams… Bu aile komedisi absürt, saçma ve çok saçma olabilir, ancak Robin Williams’ı en anarşik halinde kendini sergilemesi ve performansı unutulacak gibi değil. Zorluklarla mücadele eden aktör ve boşanmış baba Daniel, yaşlı bir kadın olarak giyinip yeni dadı olarak işe başlar. Böylece çocuklarının hayatında kalmayı başaracaktır.
The Mask (1994)
Film 1994’te ilk çıktığında, CGI teknolojisi çok çok uzaklardaydı. Lakin Jim Carry’nin şekilden şekle giren suratı, şekilden şekle giren Maske’yi canlandırmak için her şeye sahipti. Carrey’in utangaç, içine kapanık ama hoş adam Stanley ve alter egosu Maske performansı gerçekten büyüleyiciydi ve tabi, ilk defa beyaz perdede bu filmle boy gösteren Cameron Diaz da…
Four Weddings And A Funeral (1994)
Hepimizin sürekli birilerini ayarladığımız ama her koşulda bekar kalmayı başaran bir arkadaşı vardır. Mike Newell’in türünün klasiği filminde Hugh Grant, işte o arkadaş. Dört düğün ve – evet – bir cenaze töreni boyunca kader bir şekilde araya girer. Oldukça İngiliz bir komedi olsa da kahkaha, sevgi ve gözyaşları ile izlenen bu filmin duygusu evrensel olmayı ve alarm kurmanın önemini bize öğretmiştir.
Dumb & Dumber (1994)
Hiperaktif küçük kardeşinizin beyninin içinde olanların beyaz perdeye sıçradığını hayal edin, işte ‘Dumb & Dumber’ da tam olarak bu saflıkta, tertemiz bir komedi. Jim Carrey ve Jeff Daniels, bir kadının evrak çantasını iade etmek için Amerika’yı boydan boya kat edecekleri bir yolculuğa çıkar. Sorun şu ki, oldukça aptaldırlar. Tuvalet şakaları, seks şakaları, sümük şakaları… Komedisi bu kadar çocukça olup bu kadar güldürebilen pek az film vardır. Biri de bu filmdir.
As Good As It Takes (1997)
Huysuz, yaşlı ve bolca takıntılı bir adam komşusuna eşlik ederken yalnız genç bir kadınla tanışır. Bu alışılmışın dışında bir romantik komedidir, çünkü romanstan çok sinir bozucu anlar içerir. Jack Nicholson’un hayat verdiği can sıkıcı OCB hastası karakteri Helen Hunt’un nazik karakteri ile karşılaştığında ondan ilk bakışta nefret eder! Belki de aşk, böyle bir şeydir…
The Big Lebowski (1998)
Kafası sürekli güzel Jeffrey ‘The Dude’ Lebowski, aynı adı taşıyan yerel bir milyonerle karıştırıldığında, bowling takımı ile büyük bir maceraya atılır. Bu Coen Kardeşler komedisi motto haline gelen replikler, unutulmaz sahneler ve zamansız şakalarla doludur. Üzerine bir de Walter John ve Julianne Moore’lu destek kadrosu eklenince film, aslında komedi olmaktan çıkarak arkadaşlık ve kahramanlık hakkında bir anlatıya dönüşür.
The Princess Bride (1987)
30 yıl geçse de hala zekice, eğlenceli, çekici ve idealizmi her zamankinden daha taze. William Goldman’ın ilk romanından uyarlanan ve Rob Reiner tarafından yönetilen The Princess Bride, Shrek ve Frozen gibi filmlerin nasıl mümkün olduğunu anlamınızı sağlayabilir. Klasik masal kültürünün ironi ve komedi dili ile harmanlandığı film, bir aşk hikayesini anlatırken komik olmayı fazlasıyla başarır.
There’s Something about Mary (1988)
Farrelly Kardeşler’in bir başka klasiği olan Animal House’dan 20 yıl sonra brüt komediyi yeniden icat ettikleri bu film, korkunç olana kahkaha attırır. Üç kelime ve üç ipucu yeter sanıyoruz; fermuar, saç ve köpek… Ancak tüm bunların altında, içimizi ısıtan bir tatlılık yatar. Cameron Diaz ve Ben Stiller’in kariyer performanslarını vermesi de cabası.
Mean Girls (2004)
Afrika’daki ebeveynleri tarafından evde eğitim alırken kendini bir anda kurtlar sofrasında, yani klasik bir Amerikan lisesinde bulan Cady (Lindsay Lohan), şok edici bir uyanış yaşar. Okulun, popülaritenin her şey anlamına geldiği hiyerarşisiyle karşı karşıya kaldığında, yapacakları hepimizi kahkahalara boğar. Şakaları Tina Fey tarafından kaleme alınan senaryosu şok edici anlarla doludur, ki bu da onu bir klasik yapar.
Anchorman (2004)
Adam McKay ve Will Ferrell’in gerçeküstü ve çılgınca mantıksız filmi, çılgınca da komiktir. Film için o kadar çok çekim yapılmış ki, alternatif sahnelerden bile neredeyse bir film daha çıkmış. 70’lerde bir haber istasyonunda çalışan bir grup erkek, yeni işe başlayan bir kadınla (Christina Applegate) anlaşmak zorunda kalırlar ve bu her iki taraf için de hiç o kadar da kolay değildir. Çünkü biliyorsunuz, 70’ler… Ferrell komedi vagonunda başı çekiyor olsa da, Ron Burgundy, Steve Carell, Paul Rudd ve David Koechner eksik kalan her şeyi fazlasıyla tamamlar.
Napoleon Dynamite (2004)
Bu filmle yakaladığı zirveye yeniden yakalayamayan Jared Hess’in yönettiği bu komedi, belki de zirvede bırakılmayı hak ediyor. Bu kaybedenlerin kaybedişi hakkında bir film – ve bazen de kazanışları. Film, küçük Idaho kasabası Preston’da geçen ilginç, sıra dışı absürt bir komedi ve bu janrı sevenler için bir harika.
Superbad (2007)
40 Year Old Virgin ve Knocked Up filmlerinin yapımcıların olan Superbad, iki lise son sınıf öğrencisi olan Seth (Jonah Hill) ve Evan’ın (Michael Cera), kasabalarında son bir felekten gece geçirmeye isteğiyle başlıyor. Yanlarında Becca (Martha MacIsaac) ve Jules (Emma Stone) ile atıldıkları bu macera ne yazık ki, bir dizi sorunla engellenip duruyor. İşin komedisi de burada zaten.
Juno (2007)
16 yaşındaki Juno, hamile kaldığını öğrenir ve kürtaj yaptırmaya bir türlü gönlü razı olmaz. Fakat Juno gerçeklerin farkındadır. Bir çocuğu büyütmek için donanımlı olmadığını bilerek bebeği evlatlık vermeye karar verir. Tek istediği çocuğunun sevgi dolu bir ailesi olmasıdır ve Mark (Jason Bateman) – Vanessa Loring (Jennifer Garner) çifti mükemmel bir tercih gibi görünür. Zamanında 20 yaşında olan Ellen Page’ın şahane performansı, filmin akılda kalıcılığı için tek başına yeterli.
Hangover (2009)
Vegas’ta bekarlığa veda partisinin dozunu kaçırıp ertesi gün uyandıklarında hiçbir şey hatırlamayan bu tayfanın hikayesi zamansız bir komedi olmayı başaran sahneler ve repliklerle dolu. Absürt mizahı normal hayata tertemiz bir şekilde entegre eden filmin müthiş oyuncu kadrosuna ve bu kadronun alkışlanası performansına gülmemek mümkün değil. Hem de her izlendiğinde…
Bridesmaids (2011)
Bridesmais, arkadaşlık ve aşk arayışı hakkında bir film, ancak endişelenmeyin; komik de. Bir Sex and the City Seks de olmadığını söylemek gerek. Ancak saf bir kadın güldürüsü olmaktan çok uzak. Keskin bir şekilde yazılmış senaryosu ve dikkat çekici performansları ile şaşırtıcı derecede dokunaklı bir hikayesi var. Size kahkahalar attırırken yalnızlığı da hissettiriyor.
Trainwreck (2015)
“The 40-Year-Old Virgin” ve “Knocked Up” filmlerini mümkün kılan adamın bir başka komedisi Trainwreck, Amy Schumer severleri direk yakalayacaktır. Tek eşliliğin asla mümkün olmadığını düşündükten sonra, bağlılık fobisi olan bir kariyer kadınının nasıl da tükürdüğünü yaladığını kahkahalar içinde izleyeceksiniz.
Booksmart (2019)
Amy (Kaitlyn Dever) ve Molly (Beanie Feldstein), hayatlarına sıfırdan başlayacakları üniversite yıllarının hayali ile yaşayan iki liselidir. Ancak mezuniyet günü geldiğinde acımasız bir gerçeği keşfederler: bu fildişi kulelere giden tek yol kitaplardan geçmemektedir. Daha havalı ve daha seksi sınıf arkadaşları da aynı şekilde seçkin üniversitelere gideceklerdir. E haliyle, bir şeyler yapmaları gerekir. Olivia Wilde’ın ilk yönetmenlik denemesi, kasabayı terk etmeden önce son kez eğlencenin dibine vurmanın nasıl bir şey olduğunu hepimize izletir.
Puder'in Torunu
Yorumlar