İşte ben en son, yoga hocalık eğitimimin son aşamasını geçirdiğim kampta benzer bir durumda kaldım. Belki yanımda tanıdığım biri ya da hadi tanımayı bırakın bir “insan” olsa bu kadar olmazdı ama oldukça güçlü bir şok yaşadım diyebilirim. O an sadece ben vardım; çevremdeki ağaçları, dereyi ve cırcır böceklerini saymazsak tabii ki…
Rutin yaşamımızda “kendimiz”den o kadar uzaklaşıyor, “kendimiz”e o kadar yabancılaşıyoruz ki tek başımıza kalmanın ne demek olduğunu unutuyoruz. Sürekli bir şeylerle meşgulüz… Birileri, birtakım işler, televizyon ya da sosyal medya ile… Öğrensek ki “tek başına olmak” ne müthiş ne keyifli ne muhteşem bir şey; asla vazgeçemeyiz…
Bunu hatırlamanızı sağlayan çok fazla yöntem var elbette, spritüal yaşamla ilgilenenler bilirler… Ben şimdi sadece birinden bahsedeceğim. O da “meditasyon”.
Meditasyon benim için kendimle kaldığım, içimdeki “öz” ile bağlantıya geçtiğim ve “ana kaynak” ile bütünleştiğim bir an… O an bütün düşünceler önemini yitiriyor, “an”da var oluyor ve var olmanın muhteşemliğini yaşıyorum…
Kişiyi meditasyona hazırlayan en eski teknik ise çoğunuzun bildiği üzere “yoga”. Yoga en başta, yüzyıllardır süregelen, beden için çok faydaları olan bir teknik. Fakat aynı zamanda, kişinin yaşam enerjisini ve frekansını yükselten, beden farkındalığı sağlayarak beden üstü farkındalığa yelken açtıran, daha üst bir bilinçle buluşmasını sağlayan bir yol… Bu nedenle yogadan sonra meditasyona çok daha rahat ve kolay geçiş yapılabiliyor ve tam anlamıyla meditasyon halinde kalınabiliyor.
Temmuz ayı sonunda katıldığım Advayta Yoga İnziva Kampı, 200 saatlik eğitimin son modülü olarak bana yoga hocalık sertifikası kazandırmasının yanı sıra bende çok büyük değişimler de yarattı. Öncelikle hayatımda ilk kez ve hayatımın en yoğun döneminde telefondan uzak kaldım:) Hayatımda ilk kez derede yüzdüm:) Ve hayatımda ilk kez bu kadar çok “kendim”le kaldım.
Zor da olsa telefonsuz yaşanabiliyormuş:) Mutlaka deneyin…
Kendini sevmek, kendine değer vermek, kendini dinlemek nasıl bir lüks olabilir? Evet birçok insan için çok lüks… Çünkü herkes kendini bir kenara bırakmış; başkaları için yaşıyor, onların istediği şekilde geçiriyor hayatını; sorgulamadan ve daha iyisini hayal dahi etmeden…
Oysa başkalarından ve herkesten önce gelmeli insanın kendisi… Nasıl mutluysa öyle yaşamalı… Ne istiyorsa onu yapmalı… Nerde huzurluysa orda bulunmalı… Kimsenin alanına girmeden, kimsenin özgürlüğünü çalmadan… Ancak o zaman özgür ve mutlu hisseder, çevresine faydası dokunur ve varsa çocuğu için ideal bir ebeveyn olur…
Hepimiz o kadar değersizleştiriliyoruz ki küçüklükten başlayarak, özellikle toplumumuzda… Hep bu yüzden kendimizi sevmeyişimiz, kendimize yabancılaşmamız, tek başına kalmaya korkuyor olmamız, sürekli ilgi beklememiz, başkaları bizi sevsin isteyişimiz, onların memnuniyeti için çırpınmamız…
Bir anlasak; aslında hiçbirine gerek yok, biz zaten bütün dünyayı içimizde taşıyoruz; o kadar güzeliz ve o kadar güçlüyüz… Her birimiz o kadar özel, o kadar farklı ve o kadar değerliyiz ki…
Hayat da işte bize tam da bunu öğretmeye çalışıyor. Her birimize farklı şekillerde… Biz anlayana kadar… Biz ise bunları kaderin oyunu, kötü talihimiz, yanlış seçimlerimiz ya da başkalarının suçu olarak görmeye devam ediyoruz. Kimi erken uyanıyor, kimi geç, kimi tam zamanında, kimi ise maalesef ölene kadar uyanamıyor…
Kafanızda küçük de olsa soru işaretleri varsa uyanma yolundasınız demektir. Bu yolun peşinden gidin. Hayallerinize koşun. Kendinize zaman ayırın, sevdiğiniz şeyleri yapın. Sevdiğiniz insanlarla birlikte olun. Hayatın sunduğu fırsatları değerlendirin. Karşınıza çıkan her insan, yaşadığınız her olay size bir şeyler öğretmek için varlar, farkında olun.
Yaşayın. Eğlenin. Akışta olun. An’da kalın. Benim tavsiyem, tüm bunları kolaylaştırmak için “meditasyon” yapın ve meditasyona geçmek için mutlaka “yoga” ile tanışın.
Namaste… (İçimdeki öz, içinizdeki özü selamlıyor…)
Bu içeriğin güncellendiği tarih 17/02/2019 13:46
Leave a Comment