Bana göre sonbaharın en güzel gezi aylarından olan Ekim’in son haftasonunda Venedik Mimarlık Bienali’ ni ziyaret etme şansımız oldu. İstanbul’ da mimarlık okuyup bir süre çalıştıktan sonra Mart 2017’ de yüksek lisans için Milano’ ya taşındım. Daha önce 2011 yılında Venedik Sanat Bienali’ni görme şansım olmuştu. Hazır buralardayken Mimarlık Bienalini de deneyimleyelim diyerek düştük Venedik yollarına!
Milano’ dan Venedik’ e Trenitalia ile seyahat ettik. Trenitalia ve doğumgünü indirimleri birleşince 35 euro’ ya gidiş-dönüş biletini halletmiş olduk (üstelik buradaki hızlı tren Freccia Rossa ile : ) ). Venedik Santa Lucia Tren istasyonuna ulaştıktan sonra ana bienal mekanları olan Arsenale ve Giardini’ ye, istasyonun önündeki deniz otobüslerini kullanarak (tek yön 7euro! ) ya da Venedik’ in tatlı mı tatlı sokaklarını arşınlayarak ulaşabilirsiniz ( biz yürümeyi tercik ettik tabiki; yaklaşık 4km lik bir yol : ) ).
Yol boyunca karşınıza çıkıcak birbirinden güzel pastaneler de ekstrası. Pasticceria dal Mas bizim deneyimleyip önerdiklerimizden.
Ufak bir ön bilgilendirmeden sonra gelelim Bienal’i keşfetmeye. Bu yıl 26 Mayıs – 25 Kasım 2018 tarihleri arasında 16.sı düzenlenen Venedik Uluslararası Mimarlık Bienali, 1980 yılından beri Venedik Sanat Bienali ile dönüşümlü olarak iki senede bir düzenleniyor. Küratörlüğü Yvonne Farrell ve Shelley McNamara tarafından üstlenilen bu yılki bianelin konusu ise “FreeSpace / Serbest Mekan”. Bu sene 68 ülkenin katılımıyla gerçekleşen bienale, Antigua ve Barbuda, Suudi Arabistan, Guatemala, Lübnan, Pakistan ve Vatikan ilk defa katılıyorlar.
Giardini’ de bulunan Nordik Pavilyonu freespace temasını bir metafor olarak ele alıp, bienalin en beğendiğim işini ortaya koymuş.
Küratörlüğünün Eero Lundén ve Juulia Kauste tarafından üstlenildiği pavilyon, mimarın tasarımını yaparken çevre ve bina ilişkisini nasıl birlikte kurgulayabileceği konusunda bizleri yeniden düşünmeye sevkediyor. İnsan merkezli tasarım anlayışının yerine doğa ve insan unsurlarının birbirleri ile ilişki içerisinde nasıl bir denge kurabileceğinden bahsediyor.
“Possible Spaces / Mümkün Mekanlar” temasıyla Danimarka pavilyonu da favorilerim arasındaydı.
Kültürel hafıza, inşaat endüstrisi, konut sektörü ve ulaşım olarak dört mimari proje üzerinden anlatılmaya çalışılan mümkün mekanlar, çevresel-sosyal sürdürebilirlik ve ekonomik dinamikler gibi olguların projeleri gerçekleştirirken ne denli önemli olduğu ve bir alanı başarılı bir şekilde tasarlamanın yolunun disiplinlerarası çalışmadan geçtiğini vurguluyor.
“Work, Body, Leisure / İş, Beden, Boş Zaman” başlıklı Hollanda Pavilyonunda;
Gelişen teknoloji ile günümüze kadar tasarlanan mekanlar, insan makine ilişkisinin toplumsal ve mekansal olgulara nasıl etki ettiği işlenmiş. “In Statu Quo: Structures of Negotiation / Statüko: Müzakere Yapıları” teması ile kutsal topraklardaki anıtsal yapıların oluşum sürecini inceleyen İsrail Pavilyonu da, bienalin iddialı sergilerinden biri olmuş. Özellikle Yahudi ve Müslüman topluluklar için önemli olan Macpelah mağaralarının girişinin her iki dini grup için ayrı olması ve bu durumun mekanı nasıl dönüştürdüğünü anlatan video enstalasyonu oldukça etkileyiciydi.
Günün sonunda kendimizi bizden bir hafta önce bienale gelen bir arkadaşımızın tavsiyesiyle tatlı mı tatlı bir restoranda ödüllendiriyoruz! Deniz ürünleri ile harmanlanmış ev yapımı spagetti ve şarap muhteşemdi. Restoranın ismini bienalle ilgili bilgilerin yanında buraya bırakıyorum ? “6342 A Le Tole”
İlk günü Giardini’de geçirdikten sonra ikinci günümüzü Türkiye Pavilyonu’ nda yer aldığı Arsenale’ yi ziyaret ederek geçirdik. Arsenale, 1980’ den itibaren sergileme alanı olarak kullanılan, hergün yaklaşık 2000 işçinin çalıştığı eski bir tersane. Dönemin Venedik’ i için önemli bir ekonomik, askeri ve politik güç sembolü olan bir eski endüstri bölgesi.
“Vardiya / The Shift” başlıklı Türkiye Pavilyonu,
Bienal süresince 16 ülkeden 122 mimarlık öğrencisi, haftalık 10’ar kişilik vardiyalarla Venedik’e gelerek, farklı temalar etrafında atölye çalışmaları geliştirecek ve film, enstalasyon, maket, fanzin, üç boyutlu baskı gibi pek çok farklı formatta özel içerikler üretecek. Serbest Mekan temasını kendilerine verilen alanı bir tasarlama-üretme-dönüştürme mekanı olarak kullanan pavilyon bu açıdan Giardini’ deki İngiliz pavilyonu ile benzerlik gösteriyor. Küratörlüğünün Kerem Piker tarafından üstlenildiği ve İKSV’ nin koordinasyonluğunda yürütülen sergi, “bienal neden, niçin ve kim için var?” sorularının anlamlandırılmaya çalışıldığı üretici ve yaratıcı bir platform olmuş.
“Sunyata: The Poetics of Emptiness / Sunyata: Boşluğun Şiiri” konulu Endonezya Pavilyonu,
Nordic Pavilyonu’ndan sonra en beğendiğim ikinci pavilyondu. Boşluk kavramının aktif bir varlık olarak yorumlandığı sergide mimari ilham noktası Endonezya’daki vernaküler mimari olmuş. Günümüzde uygulanan projelerin form ve madde arayışlarını tartışan sergide, geleneksel vernaküler mimarinin “serbestmekan” ı bir boşluk olarak ele alıp çeşitlilik içerisinde nasıl şekillendirdiğinden bahsediliyor. Verilen mesaj, enstelasyonun kurgusu ve sergi mekanı hepsi bir arada sizi gerçekten bir şiirin ortasına bırakıveriyor ?
Bu sene bienale ilk kez katılan Suudi Arabistan Pavilyonu’ da bizi şaşırtan sergilerden biri oldu.
Suudi Arabistan şehirlerindeki son 40 yılda gerçekleşen hızlı şehirleşmenin kent mekanını nasıl tüketip dönüştürdüğü ele alınmış. Küratörler, yeni şehir politikaları ile birlikte bu dışa genişleyen kent dokusu kavramının tersine döndürülmeye çalışıldığını aktarıp, şehir mekanını ve mimarisini “serbest mekan” teması ile birlikte inceliyorlar.
Kosovalı bir arkadaşımın kız kardeşinin grafik tasarımını yaptığı Kosova Pavilyonu da,
İşlenilen konu açısından mekanın hangi koşul ve durumda nasıl dönüşebildiğine dair trajik ama güzel bir örnek olmuş. 1990 yıllardaki Balkan ülkelerindeki karışıklık ve savaş havası ile şehrin bütünlüğünün nasıl bozulduğu ve Arnavut halkının kendi özel mülkiyetlerini nasıl kamusal alana dönüştürüp, şehrin dışında bir kent kurgusu yarattıklarına dair oldukça etkileyici bir sergi.
Dolu dolu geçen 2 günün ardından (yaklaşık 50km yürümüşüz! ) trenle Venedik Santa Lucia Tren istasyonundan tekrardan Milano’ya dönüyoruz. Venedik şehir olarak başlı başlına bambaşka güzel ve etkileyiciyken bienal gibi etkinliklerle etkileyiciliğini birkaç katına daha çıkarıyor. Şehrin etkinliklerle nasıl dönüşüp değiştiğini (olumlu ve olumsuz taraflarıyla) de gözlemlemek oldukça keyifli oluyor!
Bienalin sitesi ve IKSV’nin içeriğine aşağıdaki adreslerden ulaşabilirsiniz.
- https://www.labiennale.org/en
- http://www.iksv.org/tr/haber/venedik-bienali-16-uluslararasi-mimarlik-sergisi-turkiye-pavyonu-nda-yer-alacak-proje-belirlendi
Yorumlar