Hiç yoksa en az elli arkadaşının Spotify Top 100 listesine maruz kaldın. Bazılarımız medyada en çok yer alan albümleri dinleyerek kulağımızı alıştırmış, bazılarımız kendi zevkimizden çok algoritmalara güvenerek bize önerilenlere kulak vermiş olabiliriz derken tüketmemiz için üzerimize atılan içerikler içinde kaybolduğumuz bir yılda daha bitti. Şimdi onları filtreleme atma zamanı.
Bu liste diğerlerinden çok farklı demeyi isterdim ama maalesef değil, tek farkı tamamen kişisel beğenilerime dayanan müziklerin istatistik ve akılda tutmaya gerek olmayan detaylarla destekleniyor olması…
Okurken dinlerim, video izlemek istemem diyorsanız Spotify linki ise burada.
O zaman artık sıralayalım bakalım…
Yetenek avcısı indie’ciler radarına alsın: Snail Mail
Bu sene yeni nesil indie müzisyenlerinin kendini göstermesi bakımından verimli bir yıl oldu. 19 yaşındaki Snail Mail özellikle şarkı yazma yeteneği ve besteleriyle diğer genç isimler arasından sıyrılarak birçok dergi ve müzik yazarı tarafından gelecek vadeden yetenek olarak bahsediliyor.
Sosyal ve ikili ilişkileri, ilk aşkı ve ayrılıkları gibi durumlardan bahsettiği ilk albümü Lush, keşfetmeyi seven indie’ciler için burada dursun.
Tash Sultana sokak müzisyeni olarak başladığı kariyerini, Youtube kanalında Live Bedroom Sessions videolarıyla sürdürürken; bugün listelerde iki numaraya kadar yükselen çıkış albümüyle ile karşımızda.
23 yaşında ve 10 enstürman çalabilen Avustralyalı genç yetenek, Flow State ile flörtöz R&B beatleri, iddialı gitar soloları ve 90’lar diskosundan, günümüz synth popuna kadar farklı soundları bünyesinde toplayarak çok katmanlı, zengin albümüyle önümüzdeki yıllarda daha çok dinleyeceğimizin sinyallerini veriyor.
Aşk, bağımlılık, uyuşturucu, HIV+, sex, parti, depresyon, melankoli, umut, duygusal arayış, huzursuzluk, sarkazm. John Grant’ın yeni albümü Love Is Magic tek bir lezzetle hazırlanan sert bir içki yerine, içinde farklı tatları barındıran içtikçe farklı lezzetleri alabildiğin kokteyl gibi.
2012’de bir konseri sırasında HIV+ olduğunu ve yalnızca HIV+ erkeklerle beraber olabildiğini itiraf eden John Grant, bunun hayatına olan etkisini hem müzikal hem de söz yazım tekniğine çok güzel yansıtarak Love Is Magic ile kendi deyimiyle bugüne kadarki en dürüst albümünü beğeniye sunuyor ve her yeni projesinde aklındaki müzik tarzına bir tık daha yaklaştığını söylüyor.
Ariana Grande bugüne kadarki en iyi değil ama kendini bulduğu, en oturaklı albümü Sweetener ile “pop” tanımını aşağı çeken ucuz, kalitesiz ve bayan işler arasında yılın en temiz ve lezzetli pop albümüne imza attı.
Mariah Carey ve Adele gibi isimlerin Grande’nin müziğine olan etkisini tüm şarkılarda hissediliyor. İki şarkıda düet yapan Pharell Williams neredeyse albümün tamamının da prodüktörü. Missy Elliot ve Nicki Minaj düetleriyse Sweetener ‘ın yüksek tempolu, güzel sürprizleri.
Survivor ünlüler takımının mankeni yüzerken ya da gönüllülerin dövüşçüsü plajda koşarken arkada çalabilecek birkaç şarkısı olsa da Isolation için en ayarında solo R&B albümü diyebiliriz.
Hafif aksanlı İngilizcesi, doğal aurası, kameraya yakışan karizmatik duruşu ve cool tavırları Kolombiya asıllı Kali Uchis’in anında dikkat çekmesini sağlıyor.
Damon Albarn, Tyler The Creator, Tame Impala’nın Kevin Parker’ı, Jorja Smith, Thundercat, BADBADNOTGOOD gibi isimlerin katkıda bulunduğu albümün etnik olmamayı başaran dozajında nostaljik havası ve şarkılarındaki ince göndermeleri Isolation’ın anahtar kelimeleri. bkz: “But why would I be Kim? I could be Kanye!”
Yılın kurtarıcı albüm ödülü Blood‘a gidiyor. Woman’dan bugüne geçen beş senede bir kurucunun ekipten ayrılması ve diğerinin ise karısından boşanması ve Rhye’ın hayatına orkestralı bir grup olarak devam etmesi dışında müziğinde değişen pek bir şey olmamış. Baya sanki Woman’ın B – Side’ını dinliyormuşsunuz gibi. -ama Moby B – Side gibi değil
Kimileri için bu özellikleri albümü tekdüze ve sıkıcı yapsa da bana sorarsanız Blood tam da bu sebeplerden ruh hali ve moduna göre kaçabileceğin en güvenli limanlardan biri.
Let’s Eat Grandma ikinci albümü I’m All Ears ile devler ligine hazır gibi görünüyor.
Biri 18 diğeri 19 yaşında iki genç kadından oluşan Let’s Eat Grandma, büyükler ligine hazır görünüyor. Yaşınız ve müzik zevkinize göre bazı şarkıları aşırı teen gelebilir ama iddia ediyorum Let’s Eat Grandma fresh soundu, pozitif enerjisi, zekice yazdığı şarkılarla müzik dünyası için bitcoin gibi geleceğin electro pop yatırımı.
Gün içinde açıp dinlediğimiz şarkılar + belli dönemlerimize imza atan sanatçılar + unutulmaz müzik videoları + LastFM’den tutun da MySpace geçmişimizden kalan anılarımızla inşaa ettiğimiz yapıya müzik zevkimiz dediğimizi varsayarsak sizin mimar(lar)ınız kim olurdu? Benim mimarlarımdan biri Everything But The Girl ve Massive Attack şarkılarına hayat veren vokaliyle Tracey Thorn olurdu herhalde.
Record 9 feminist bangerzdan oluşan albüm için Thorn her şarkının kadınların hayatındaki bir dönüm noktasını ifade ettiğini söylüyor. Thorn’un kadın olmak, annelik ve deneyimle gelen bilgelik üçgeninde yazdığı duygusal şarkılar Ewan Pearson’ın prodüksiyonuyla günümüz modernliğini yakalamış ve sonucunda tertemiz bir synth pop albümü ortaya çıkarmış.
Neneh Cherry dört yıl aradan sonra trip hop sevenleri bir hayli memnun edecek bir albümle geri döndü.
Son sefer olduğu gibi Broken Politics’in prodüksiyonunu Four Tet’le emanet eden Cherry, albümde siyaseti ve sosyal hayatımıza olan etkisini kendi yorumuyla kaleme alarak; gün içinde farkına varamayabildiğimiz, kabul etmekte zorlanıp göz ardı etmeyi seçtiğimiz gerçekleri su yüzüne çıkarıyor.
Tropics olarak tanıdığımız Chris Ward, 2015’te yayımladığı elektro pop albümü Rapture’dan önce hazırladığı albümüyle ile yılın keşfedilmeyi bekleyen en underrated albümlerinden birine imza attı. Baskın bir enstrümantal jazz havasının hakim olduğu Nocturnal Souls, Ward’ın pop vokali, modern blues ve ritmik R&B beatleriyle kendi orijinal soundunu yakalıyor.
Öyle ki Tropics adıyla çıkacak olan son albümün üzerine “Keyifli bir Pazar günü tüketiniz” yazsak, hiç sırıtmaz.
Moby, elektronik müziğin her türünü deneyip, bu uğurda yüzlerce şarkı yaptıktan sonra nihayet 15. stüdyo albümü Everything Was Beautiful, And Nothing Hurt ile özlediğimiz tarzına dönmüş gibi duruyor. Siz yine de sakın 18 veya Play beklemeyin de.
2016 seçimlerinden sonra bir nevi insanlığa küsen Moby, Danimarka’ya dönmeyi düşündüğü sırada bu fikirden uzaklaşarak; konuyu derinleştirip siyaset, güç veya politika yerine sorunun en temeline inip insan türünü merkezine aldığında ortaya Everything Was Beautiful, And Nothing Hurt çıkıyor.
Moby, adını Kurt Vonnegut’un Salughterhouse-Five adlı kitabından son albümü için muhtemelen en iyi tanımı kendisi yapmış zaten: “Karanlık ve aydınlık, güçlü ve savunmasız arasında diyalektik”
The Beat Escape’in çıkış albümü Life Is Short The Answer’s Long son derece akıcı bir lo fi syth pop albümü olmuş. Şarkı olarak sevsem de, art arda aynı ton karanlık vokal bir noktadan sonra içimi şişirdiği için lo fi albümleri çok sevemiyorum. Fakat Montrealli ikili, ekolu vokalin 80ler ve karanlık havasına daha modern synth’leri ve gitarla denge getirmiş ve etkili beatlerle tempoyu düşürmemeyi başarmış. Mutlaka dikkatinizi çekecek şarkılar çıkacaktır.
Destursuz yanından geçmemek gereken ikili Beyonce ve Jay Z aşklarını tazeleyip, ikinci baharlarını yaşarken yayınladıkları Everything Is Love gelecek nesillere aktarılmayacak olsa da, albüm birçok yönden müzik piyasası için geleceğe yatırım sayabiliriz. Mesela albümün storytellingi ileride müzik okullarının yazarlık veya pazarlamayla ilgili bölüm ve derslerinde okutulabilir.
Şarkıları Pharrell Williams’ı da dahil olduğu bir yazar kadrosuyla birlikte yazan Carters, prodüksiyon aşamasında da sektörün dev isimleriyle çalışmış. Everything Is Love videosundan, kapağına, sözlerinden dünya turnesine kadar paket olarak bu yıl ihtiyacımız olan albümlerden biriydi.
Kaliforniya menşeli R&B ekibi The Internet, dördüncü stüdyo albümleri Have Mind ile Orange County’nin ılıman iklimini dinlediğiniz an hissettiriyor. 13 şarkılık albümde zayıf denebilecek bir şarkı olmadığı gibi öne çıkan bir şarkı da yok. Albümün sırrı da bu bana kalırsa. Herhangi bir sebeple ekrana bakma ihtiyacı hissetmiyorsun, albüm başladığı gibi akıp gidiyor.
Eğer The Internet ile ilk tanışmanızsa gerçek enstrümanlarla stüdyoda kaydedilen, soul soslu, trip hop esintili dopdolu bir R&B albümü sizi bekliyor.
Eğer iddialı bir film bir grup dansçı çevresinde geçiyorsa, doğal olarak müziklerinin filmin kalbi olarak olmasını beklersin. Tabii ki Gaspar Noé bunu çok iyi biliyor, hatta son şaheseri Climax’i tam olarak bu bu beklenti üzerine çekmiş gibi. Henüz başında sinema tarihinin en iyi açılış sahnelerinden birine Cerrone imzalı Supernature ile hayat veriyor.
Diğer Noé filmleri gibi Climax’in de kendine özgü bir dili ve her sahnede o anın etkiliyeci, sürükleyici ve rahatsız edici bir şarkısı var. Bir açıdan uzun bir derleme albümün filmi gibi. O yüzden Aphex Twin, Giorgio Moroder, The Rolling Stones, Daft Punk ve yarısı Thomas Bangalter şarkılarının bulunduğu albümü direkt dinlemek yerine filmi izleyerek dinleyin derim.
Bugüne kadar Harlem’den çıkan belki de en yetenekli insan Teyana Taylor müziğe geri döndü. Onu şarkıcı kimliğiyle tanımıyorsanız mutlaka model, dansçı ya da oyuncu olarak bir yerlerde denk gelmişsinizdir. bkz: Adidas’ın bugüne kadar en hızlı satan modellerinden birinin tasarımcısı, Kanye West’in Fade videosundaki dansçı…
Eğer bedroom R&B seviyorsanız, Kanye West’tin karakterinden hiç haz etmeseniz de müziğine laf edemiyorsanız, hemen şimdi ilk şarkıdan başlayarak 8 şarkı, 28 dakikalık kapsül Teyana Taylor albümü K.T.S.E’yi tek seferde dinleyin.
İngiliz Dev Hynes aka Blood Orange bedroom pop / R&B sularında yüzen dördüncü stüdyo albümü Negro Swan’la online müzik servislerinde milyonlarca şarkı arasında kaybolduğunda geri dönüp dinleyebileceğin, asla pişman etmeyen nefis bir albüme imza atmış.
Hynes albümde yer alan şarkılarda #BlackLivesMatter etiketi altına girmeden siyahilerin yaşadığı sorunları, çocukluğundan gelen, günümüzde güncelliğini koruyan travmalara dürüst bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Naif, umut vadeden sound bir bir şarkıları anladıkça yerine oturuyor. Albüm kapağıyla da bir kez daha mest eden Blood Orange her anlamda son yılların en istikrarlı isimlerinden biri.
Art-Pop bu mudur? Popla rock arasında bir yerlerdeki sounduna serpiştirlen elektro beatler, farklı janrlardan sample’lar In A Poem Unlimited’i kafa karıştırıp, tanımlayamamak için kulanabilecek başlıca özellikler.
Bazı şarkılarda Kylie Minogue Modonna gibi şarkı söylüyor zannetmenize neden olabilecek nafi vokali, gitar soloları, 70’ler disko soundu, funky bas tınıları, yüksek doz hi-hat ‘leri ile In A Poem Unlimited birçok ilginç detay barındıran sürprizli bir albüm.
Starboy’daki Daft Punk ve diğer konuklarla ağzımıza bir parmak bal çalmaktan öteye gidemeyen The Weeknd bir Cuma günü aniden ortamlara bıraktığı 6 şarkılık LP ile yılın müthiş sürprizlerinden birini yaptı.
Selena Gomez’le olan ilişkisinin bitmesinin hemen ardından yayınladığı LP tahmin edersiniz ki hayal kırıklığı, ayrılık ve bolca melankoli içeriyor. Kariyerinin başındaki cool’luğunu üstüne giyen Abel, mainstream başarının getirdiği haklı özgüveniyle stilini tamamlayınca ortaya özlediğimiz sounduyla My Dear Melancholy çıkmış.
Otzeki bu yılki keşiflerimden, dinlediğimde beni heyecanlandıran grupların en önünde koşuyor. Çıkış albümleri Binary Childhood’da indie, house, minimal elektro’ya kadar uzanan farklı tarzlarda şarkılar var. Yani henüz soundlarını tam bulamamış bile diyebiliriz. Albüm konsept olarak kolay içimli bira gibi lezzetli ve yormuyor.
Aslında tam anlamıyla “Arkadaşlarımla bir şeyler içip, keyifli vakit geçirirken arkada çalsın ama Alt-J’den çok sıkıldım,” albümü de diyebiliriz. London Grammar, Agar Agar, The xx, Vök, Block Party sevenlere şiddetli önerilir.
Letisser aka Christine and the Queens ikinci albüm kapağında saçlarını kestirmiş, spor salonunda bir hayli vakit geçirmiş “tine”sini atmış bir Chris olarak karşımıza çıkıyor. Müziğinde ise olmadığı kadar güçlü, şarkılarında olmadığı kadar rahat…
Son birkaç yılda dünya genelinde afro – house ile birlikte hızlı yükselen fransızca elektro pop akımına kapılanlardansanız Chris sizin için yılın albümü olabilir. Kapılmak bir yana, bendeniz gibi pek sevmeyenlerdenseniz; Fransızca ve İngilizle olarak iki disk olarak hazırlanan 23 şarkının albümünün İngilizce diskine kulak verin derim.
Herkesi ikiye bölen, kardeşi kardeşe kırdıran altıncı Arctic Monkeys albümü bence çok güzel, ama baya güzel. Öncelikle grubun vaktinde ortalığı yıkan, ikonik çıkış albümü “Whatever People Say I Am, That’s What I’m Not” ve bir sonraki jenerasyonla bağ kurmalarını sağlayan “AM” taraflarından ikisine de çok uzak. Albüm çok temel iki kolon üzerine inşaa edilmiş; değişim ve gelişim. Kendisinden beklenen her şeyden sıyrılmış, bildiğini okuyan olgun bir Alex Turner, dev cool bir sound, mis gibi akan şarkılar = Tranquality Base Hotel & Casino.
Artık lounge pop mu dersiniz, jazz etkili soft rock mı yoksa başka tarz mı dersiniz bilmem ama sonraki albümleri için kariyerlerindeki kırılma noktası olduğu kesin.
Nasıl bazı sinema tekniklere Tarantinoesque, Lynchian, Hitchcockesque gibi büyük sinemecıların isimlerinden türetilen isimler verildiyse, DJ Koze için de benzer bir türetme yapılması gerektiğine inanıyorum. DJ kimliği çok ilgimi çekmemekle beraber prodüktör olarak DJ Koze, Knock Knock’taki her şarkısına Banksy gibi imzasını atmış.
16 şarkılık albümünde Róisín Murphy -2 şarkı- Mano Le Tough, José Gonzâlez, Kurt Wagner, Sophia Kennedy -2 şarkı- ve tarz olarak birbirinden bağımsız birçok sanatçı vokal olarak yer alıyor.
Şarkıların çoğuna bir duygusal hava hakim. Hep kulüpte düşünceli dan etme hali var. Önce anksiyete sebebi beatler, ardından düşüşler geliyor ve sonra zaman zaman vuran sert davullar. Sanki Knock Knock Berlin ve Hamburg’un yorucu, çok çeşitli, tekinsiz olabilen ama her zaman kendine çeken gece hayatına ayna tutuyor gibi.
Elektronik müziğin dahi çocuğu Jon Hopkins beşinci stüdyo albümü Singularity ile sizi house, minimal tekno, dub, ambient gezegenlerinden oluşan kendi müzikal evrenine davet ediyor. Beatlerle oynamayı çok seven İngiliz prodüktör, yakaladığı soundu “Yılın En İyi Dans / Elektronik Albümü” kategorisinde Grammy için yarışan albümü boyunca devam ettirilebilir kılarak tekno prodüktörlüğünü bir üst seviyeye çıkarıyor.
Tekno çalan gece kulüplerinin partilerinde uygun bpm’lerdeki şarkıların, köprüden geçerken dinleyebileceğin bir şekle dönüştürebildiği için bile Hopkins ayrı bir övgüyü hak ediyor.
Girls’ün final bölümünde demosu paylaşılan Honey, o günden beri radarımda olmasına rağmen 8 yıl aranın ardından gelen albümü bu denli tatmin edici olacağını beklemiyordum. Robyn duygusal bir çöküşü, ayrılığı ve arkadaşının hayatını kaybetmesini takiben, sekiz sene aradan sonra 2018’in en çarpıcı albümü Honey ile geri döndü.
Sampha, Klas Ahlund ve Metronomy’den tanıdığımız Joseph Mount’un prodüktörlüğünü yaptığı albümde yazıldığı tarihe göre sıralanan 9 şarkı var. Honey, Robyn’in çok mutlu olmadığı zamanlarında yazdığı şarkılarla, kendini yeniden bulmak için çıktığı 8 yıllık yolculuğun modern midtempo ritimler eşliğinde anlatılan kısa özeti gibi. Her birinin farklı bir tavrı, bambaşka bir albenisi ve ayrı bir enerjisi olsa da hepsinin ortak bir noktası var: müzik ve dans.
Genel olarak üzgün bir havası olmasına karşın yerlerde sürünmüyor, elektro pop olmasına karşın dans ettirmek gibi bir derdi hiç yok. Nispeten daha hızlı şarkılar bile çıkış noktasından çok uzaklaşmadan üzgün elektro temeline sadık kalarak sözleriyse olmasa da müzikleriyle hissi vermeyi başarıyor.
BPM bağımsız yükselişler, heyecan verici ani düşüşler, kafanda soru işaretleri ve tonla düşünceyle ritim tutarak sallanma haliyle, Honey’in özünde altın bir ecstacy etkisi yatıyor.
Bu içeriğin güncellendiği tarih 17/02/2019 13:36
Leave a Comment