Bin kere gidilse bile doğasından, sanatından, sporundan, asi ruhundan ve dinamizminden sıkılmayacağın Akdeniz’in nezih kentlerinden biri Barcelona. Şehirde gezerken sanatın dibine de vurabilirsin, eğlencenin doruklarına da çıkabilirsin. Hiç birini istemezsen sahilinde yayılıp denizin ve güneşin tadına varabilirsin.
Geniş yelpazesi ile Barcelona’da yapılacakları bir kaç satıra sığdırmak çok kolay değil ancak bende en çok etki bırakan 5 sanat eseri ve 5 mekan önerisini bu yazıda bulabileceğini umuyorum.
La Batllo & Brunch&Cake
Barcelona’nın en önemli caddelerinden biri olan Passeig de Gracia‘da yer alan La Batllo, adı üstünde Joseph Batllo’nun isteği üzerine Antoni Gaudi tarafından renove edilmiş. Cadde üzerinde yürürken farklı yapısı ile dikkatini çekmemesinin mümkün olmadığı yapı, şehre damgasını vuran mimar Gaudi’nin neden meşhur olduğunu anlatıyor bence. Batllo ailesinin Barcelona’nın varlıklı kesiminde yer aldığını söylemeye gerek yok sanıyorum, zira sen caddenin karşısından bundan yaklaşık bin yıl önce inşaa edilen yapıya bakarken benzer şeyleri düşüneceksin muhtemelen.
Doğanın yapılara yansıtmasıyla ünlü mimar, bu yapının dış cephesinde (özellikle ilk kat ve balkonlarda) kemiği andıran sutünları ve sürüngen gözlerini andıran balkon demirleri kullanmış. Hatta La Batllo’nun dış cephesindeki bu tasarımı nedeniyle bina, halk arasında ‘Kemiklerin Evi’ (Casa dels Ossos) olarak da anılıyor. İç mekan tasarımında ise yine bir hayvan omurgasının simüle edildiği merdivenleri, kaplumbağa kabuğu desenindeki duvarları ile bir çok hayvanın doğasına göndermeler yapmaya devam etmiş ve çatı katında bir dragonun sırtını betimleyerek bu yaklaşımını taçlandırmış.
İç kısımlarında (abartman boşluğu diyebiliriz) gün ışından en iyi şekilde yararlanmak için fayans renkleri yukarıdan aşağıya koyudan açığa gidecek şekilde ayarlanmış, yine aynı yere bakan pencere boyutlarıda yukarıdan aşağıda giderken daha büyük olacka şekilde tasarlanmış. Kapı kollarından, kapı numaralarına, sandalyelerden şöminesine kadar Gaudi tasarımı ile dolu olan La Batllo, Euro kurunun kaç olduğunu dikkate almadan, paraya kıyıp içeri girilmesi ve interaktif sistem ile keşfedilmesi gereken yapılardan biri.
La Batllo gezisi öncesinde yürüme mesafesindeki Brunch&Cake’de kahvaltı yapabilirsin. Barcelona’daysan, birbirinden farklı seçenekleri, hava güzelse kaldırıma kurulmuş masaları ile parmaklarını yiyeceğin türden bir kahvaltıyı hak ediyorsun.
La Pedrara (Casa Mila) & Cerveceria Catalana
Asıl adı Casa Mila olan bina Antoni Gaudi’nin şehre attığı bir başka imza nitelidğindeki yapı. La Batllo ile aynı cadde üzerinde bulunan binanın bu adı almasının sebebi Mila ailesinin siparişi üzerine inşa edilmiş olması. Fakat binanın dış yüzeyindeki görüntü nedeniyle halk tararfından zamanla ‘La Pedrera’, yani taş ocağı olarak anılmaya başlanmış. Gaudi, La Pedrera’yı tasarlarken La Batllo’da olduğu gibi doğayı bu yapıya da yansıtmış. Bu kendine has mimari, yapıtların farklı şekilde yorumlanmasına da neden olmuş.
Casa Mila’nın dış yüzeyinin, deniz sularının aşındırması neticesinde oluşan taşların veya kayaların yansıtılmak istenmesi en akla yatan yorum bence. Bu senaryoda balkon demirleri yosunları temsil ediyor. Yapının, birbirinden farklı dizaynlara sahip olan bacalarının veya havalandırma kanallarının yer aldığı çatısı bile başlı başına zaman ayırmayı hak ediyor. Binanın bir diğer özelliği ise daha çok alandan yararlanmak için bildiğimiz taşıyıcı kolonlar yerine arklardan yaralanılarak binanın ayakta kalmasını sağlanması.
Ne demek istediğimi binayı gezdiğinde daha iyi anlayacaksın.
Bonus Öneri: La Pedrera’nın cafesi, bulunduğu Passeig de Gracia Caddesine hakimliği ve kahvaltısı ile kesinlikle mutsuz etmeyecek bir seçenek.
Casa Mila’nın, birden fazla daireden oluşan ve halen kullanılan bir konut binası olduğunu öğrendikten sonra acını dindirmek için kısa bir yürüyüşe ulaşabileceğin, şehrin en popüler tapascılarından biri olan Cervecereia Catalana’ya yol alabilirsin.
Rezervasyonun yapılmadığı, en boş zamanında bile ortalama yarım saat bekleme süresi ile yer bulabileceğin mekandan parmaklarını yiyerek çıkman garanti. Kendi birasını da yapan mekanda çok sayıda tapas (ekmek üstü atıştırmalık olarak tarif edilebilecek) lezzetlerin binbir çeşidini tadabilirsin. Yanında bir de Sangria almazsan ayıp olur.
Sagrada Familia & Viena
Sagrada Familia, Barcelona’ya adını altın harflerle yazdıran Gaudi’nin hayatını son dönemlerini adadığı, tamamlanamadan hayata gözlerini yumduğu ve şimdi kilisenin içerisindeki kriptada yattığı, belki de dünyanın en alternatif kilisesi. Halk tarafından yapılan bağışlarla yapımına devam edildiği için hala tamamlanamamış durumda olan yapı, bu hali ile bile Barcelona’nın en haşmetli yapısı.
Büyük Çile ve İsa’nın Doğumu Cephesi olmak üzere iki cepheden oluşan yapı, havarileri temsil eden kuleleri, umut, inanç ve merhamet kapıları, sütunlar ormanı ve sarmal merdivenleri ile, gezmeden dönersen dövülmene neden olacak başyapıtlardan biri. Gitmeden Dan Brown’ın Başlangıç kitabını okuyabilirsen, hem kiliseden, hem de Baercelona’dan daha çok etkileneceksin eminim.
Sagrada Familia’ya çok yakın değil ancak uzun kilise gezisinden sonra soluklanmak için bir-iki durak metro mesafedeki ve şehrin en popüler caddesi olan La Rambla’ya yol alabilirsin. Placa d’Catalunya (veya Liceu) metro istasyonunda indiğinde tiyatro binasını ve onun girşindeki Viena’yı arayıp, bulmalısın. Ayak üstü sosislisinden pişman olmayacak ve muhtemelen bir tane ile yetinmeyeceksin.
Bonus Öneri: Karnını doyurduktan sonra La Rampla’yı kesen Passatge de la Banca’da yer alan Korku Müzesi (Museu Cera)’nın önünden üzerinde gezinen sahte gözlerin eşliğinde El Bosc de les Fades’de (hayaletler veya gölgeler ormanı gibi bir anlamı var) yeşilliklerin ve korku temalı dekorların arasında kokteylini yudumlayabilirsin. Passatge de la Banca’da yürürken etrafına bakmayı, meydandaki yapıların çatılarına göz gezdirmeyi ihmal etmezsen bazı sürprizlerle karşılaşabilirsin.
Park Güell & Copasetic
Güell ailesinin Barcelona’nın tepeden izleneceği bir site yapılması hayali ile Gaudi’ye sipariş verdiği, tam olarak yarısına bile gelmeden bu hayalden vazgeçilerek parka dönüştürülen bir yer Park Güell. Bahçe içinde konutların yer alması planlanırken bugün halka açık bir alan olarak hizmet veren parkın içinde sadece iki ev inşa edilebilmiş ve bunlardan birinde de Gaudi yaşamaya başlamış (bu bina şu an Gauidi Müzesi).
İki pavilyon ve iki kollu merdivenin yer aldığı Park girişi mozaiklerle kaplanmış ejderi ile ünlü.
Barcelona’nın en çok fotoğraf çekilen ve muhtemelen hediyelik eşyaya en çok konu olan ejder figürü, Park’ın da sembolü. Ejderin devamında 84 kolon ile bezenmiş açık salon, oldukça geniş bir meydanı taşıyor. Kendisini ayakta tutan kolonlardan daha popüler olan bu meydan, mozaikle işlenmiş dalgalı formdaki balkonlardan oluşuyor ve oldukça güzel bir Barcelona manzarasını izlemene imkan veriyor.
Park’a gelmeden önce kalvaltını yapmak veya bir kahve içmek için El Raval bölgesindeki Copasetic’e uğrayabilirsin. Oldukça sağlıklı ve alternatif ürünlerin amerikan porsiyon tabaklarda servis edildiği mekan oldukça küçük ama bir o kadar sıcak bir ortam. Buraya gelmeden önce veya burada soluklandıktans sonra yürüme mesafesindeki Placa d’Espanya’yı da gezebilirsin.
Museo Picasso & El Xampanyet
Aslında son madde olarak şehre adını altın harflerle yazan Gaudi’nin bir başka şaheserinden bahsedilebilirdi ama hayranı olduğum ve ülkenin medari iftiharlarından olan Picasso’dan bahsetmeden olmazdı. 1963’den beri açık olan Picasso Müzesi, Barcelona’nın oldukça eski ve elit caddessi olan Montracada’da yer alıyor. Caddenin özelliği geçmişinin 12. yüzyıllara dayanması nedeniyle ortaçağ mimarisinin canlı tarihi olması. Bu nedenle sadece müzeye odaklanmamanı, müzeye yürürken caddenin tadını çıkarmanı, hatta ara sokaklarda ufak ufak kaybolmanı tavsiye ederim.
Picasso Müzesi, sanatçının bir çok daimi ve geçici eserini barındırıyor. Benim gittiğim dönemde ünlü bir İspanyol ressam olan Velazquez’in Las Meninas tablosunun, 50’den fazla Picasso versiyonunu içeren ve bu nedenle Picasso’nun ‘o artık benim Las Meninas’ım’ dediği sergi vardı. Kendi adıma, serginin ve Müzenin en etkileyici yanı, tablo tarihlerine bakıldığında Picasso’nun neredeyse hergün bir tablo yarattığı (hatta bazı günlerde birden fazla) görmek ve bu nedenle boş durduğum günlerden utanmama neden olmasıydı.
Güzel bir öğleden sonra Museo Picasso’yu gezdikten ve Montrada’da fink attıktan sonra, Barcelona’nın en meşhur bir diğer tapascısı olan El Xampanyet’e doğru ilerleyebilirsin. Yorgun geçen günü altın vuruşla noktalamak için birebir.
Bonus Öneri: Yemekten sonra tatlı yemek istersen La Rambla tarafında doğru ilerleyip Barcelona’nın meşhur ‘curross’larından taze taze yemek için Xurreria’ya gidebilirsin. Tatlıdan sonra hala gecenin genç olduğunu düşünüyorsan da, Museo Picasso’ya ve El Xampanyet’e yürüme mesafesindeki Miramelindo’nun kokteylleri aklında bulunsun.
Yorumlar