Festival bu sene ayrıca “Yaşamın Sesi”: Özgürlük başlığıyla gerçekleşen Onat Kutlar Çalıştayı’nın ikincisine ev sahipliği yapıyor. 22 ve 23 Nisan tarihlerinde Salon İKSV’de düzenlenecek çalıştay ücretsiz olarak gerçekleştirilecek ve izleyicilerin katılımına açık olacak.
Festivalde kaçırılmaması gereken 12 filmi sizin için listeledik.
Üç genç muhabir gözlerini karartıp, Afganistan’daki savaş daha sürerken, hayatlarını sonsuza dek değiştirecek olağanüstü bir yolculuk için arabaya binip yola çıkar. Kabil’de pazardan satın aldıkları bir video kamerayla, iki ay boyunca riskli ve niyetleri bu olmasa da komik bir yolculukta bulacaklardır.
Genç ve Heyecanlı / Dazed and Confused ve … Önce üçlemesiyle tanıyıp sevdiğimiz Richard Linklater’ın gizemli bir kiralık katili konu aldığı son derece sempatik, sıcak ve komik aksiyon filmi dünya prömiyerini Venedik Film Festivali’nde yarışma dışı yaptı.
Oyuncu olma hayallerinin peşinden köyünü terk eden Hiam Abbass. aradan otuz yıl ve onlarca film geçtikten sonra, sinemacı kızı Lina Soualem, zamanda ve mekânda geriye giderek köylerine ve dört kuşak cesur Filistinli kadının dağınık anılarına doğru bir yolculuğa çıktı. Öfkesini nefrete kapılmadan yansıtan Hoşça Kal Taberiye hüzün ile özlem, keder ile kimlik ve aidiyet üzerinden tarihle iç içe geçen dokunaklı, hassas, yürek burkan ve şiirsel bir film.
Yetmiş yaşındaki Mahin, kocası öldüğünden, kızı da Avrupa’ya gittiğinden beri Tahran’da tek başına yaşamaktadır. Bir öğleden sonra çay içmeye çıkınca yalnızlık rutini kırılır ve aşk hayatı yeniden canlanır. Ne var ki Mahin kendini yeni bir aşka açsa da, beklenmedik bir karşılaşma olarak başlayan her neyse hızla öngörülemez, unutulmaz bir geceye dönüşür.
Cottontail sevgi, kabullenme ve ailedeki kayıpların evrensel bir portresini çiziyor. Eşi Akiko’nun ölümünden sonra Kenzaburo ile yetişkin oğlu Toshi, neredeyse öbür dünyadan saydıkları bir mektup alırlar. Mektupta yer alan beklenmedik talep karşısında şaşıran iki adam, Toshi’nin karısı ve kızıyla birlikte Akiko’nun son arzusunu yerine getirmek için Tokyo’dan İngiltere’ye giderler.
Fransa’da 20 yıl hapse mahkûm edilen Omar, kurtuluşu Cezayir’e kaçıp burada suç ortağı Roger ile birlikte hayatının geri kalanını gizlenerek geçirmekte bulur. Güya dikkat çekmemek niyetiyle suç faaliyetlerini gönülsüzce terk eden Omar, bir fırında işe başlar. Tabii ki huylu huyundan geçmediği gibi iki kafadar yine kulüplere, uyuşturucu ve şiddete tutunur; koç dövüşleri ve kaçak deve yarışları da eksik kalmadan başkent Cezayir’in en kötü şöhretli mahallelerinde eğlenmekten kendilerini alamaz. Ne var ki köşeleri tutan belaların Omar’ı bulması fazla sürmez.
Avrupa sömürgeciliğinin trajik ve leziz çöküşü, bu cüretkâr öyküde sivri bir alaycılık ve gösterişli bir kedi-fare oyunuyla buluşuyor. Film, 1900’lerde, Hollanda Doğu Hint Adaları’ndaki (günümüz Endonezya’sı) bir şeker plantasyonunda geçiyor. Hollandalı sömürgeciler bu evrende iktidardadır, ancak dengeler değişmektedir.
Usta sinemacı Sissako’nun dikkat çekici, gözlemsel ve duygusal yeni filmi, düğün gününde “hayır!” diyecek kadar cesur bir kadını izliyor. Otuzlu yaşlarının başında olan Aya, nikahta nişanlısını reddederek herkesi şaşırttıktan sonra, Çin’de yeni bir hayat kurmak için Fildişi Sahili’nden ayrılır. Guangzhou’da, Çinli bir adam olan Cai’nin sahibi olduğu bir çay dükkânında iş bulur.
Hapiste birlikte bir gece geçirdikten sonra güçlerini birleştiren kahraman palyaçolar, dışarı çıktıklarında ansızın anarşiye sürüklenmiş, karmaşanın pençesinde bir ülkeyle karşılaşırlar. Elektrik yok. İnternet yok. Kimse güvende değil. Kıyamet bugündür! Herkesin kaderi de bu üç palyaçonun ellerindedir: Bobo, Pepe ve Funzo.
Julian Schnabel’in oğlu Olmo Schnabel’in adrenalin dolu, şaşırtıcı ve sarsıcı bu ilk filmi, iki bohem delikanlının New York’ta fesatlık, türlü belalar ve ölümcül aile sorunlarıyla bezeli büyüme hikâyelerini anlatıyor. Zengin ailelerince şımartılmış, ahlaki bir dayanak arayışı içindeki ikili, Manhattan’ın ışıltılı yeraltı dünyasının uyuşturucu ve ahlaksızlık çukurlarını uğrak edinen fırtınalı bir ilişkiye başlar.
Wim Wenders, Anselm’de çağımızın en yenilikçi ve önemli ressam ve heykeltıraşlarından Anselm Kiefer’in portresini çiziyor. römiyerini Cannes’da Özel Gösterimler kapsamında yapan Anselm’de geçmiş ve bugün iç içe geçerek sinemayla resim arasındaki çizgiyi dağıtıyor. “İzleyicinin Anselm deneyiminden ne almasını mı umuyorum?” diye soruyor Wenders, “kalıplarını ve fikirlerini geride bırakmalarını, sanatın ne olabileceğine ya da neyi başarabileceğine dair her türlü önyargıdan vazgeçmelerini, sadece büyük Alman romantik, şair, düşünür ve vizyoner Anselm Kiefer’in çarpıcı dünyasına girmelerini bekliyorum.”
Tüm zamanların en iyi konser filmi Stop Making Sense, Talking Heads’in Aralık 1983’te Hollywood Pantages Tiyatrosu’ndaki efsanevi performansını beyazperdeye taşıyor. Başta David Byrne, Tina Weymouth, Chris Frantz ile Jerry Harrison ve onlara eşlik eden usta müzisyenlerin en coşkun hallerini ünlü sinemacı Jonathan Demme yakalıyor. Stop Making Sense Talking Heads’in “Naive Melody”, “Psycho Killer”, “Burning Down the House”, “Once in a Lifetime” ve “Genius of Love” gibi harika şarkılarıyla gerçek bir hazine.
Bu içeriğin güncellendiği tarih 28/03/2024 10:36
Leave a Comment