Bu zamana kadar izlediğim tiyatro oyunlarının sayısını söyleyebilmem mümkün değil; öylesine çoklar. Ama oyun bittikten sonra üzerine düşündüğüm, farklı anlamlar çıkardığım ve uzun süre hafızamda yer eden oyunların sayısı az çok belli ve geçen hafta izlediğim Bunu Ben De Yaparım da bu özel oyunlar arasına girdi.
DOT’un ilk defa geçen ay yeni evi Dotkanyonda’da sahneye koyduğu tek kişilik bu oyunun metni Nick Hornby’nin Nipplejesus isimli hikayesinden uyarlanarak yazılmış. Serkan Salihoğlu’nun yönettiği ve Melisa Kesmez’in yazdığı oyun, duru anlatımıyla son derece doğru bir yaratıcı ekibin ellerinde şekillenmiş. Minimalist kelimesinin hakkının tam anlamıyla veren sade ama anlamlı dekor ve sahnede İbrahim Selim’e emanet edilen müthiş oyunculuk ile iyi bir oyun nasıl çıkarıldığını bu oyunda anlıyoruz.
Orta alt sınıfa mensup, hayatını idame ettirmenin derdinde olan ve işini hakkıyla yapmak için çabalayan Dave bir zamanlar gece kulüplerinde güvenlik görevlisi olarak çalışırken yeni işini heyecanla atmaya başlıyor bizi sahnede karşıladığında. Dave son derece naif, empati kurma yetisi yüksek, yaptığı işe saygı duyan duygusal bir adam. Bir sanat galerisinde işe başlayan Dave’in yeni görevi galeride sergilenen çok önemli bir esere bekçilik yapmak. Dışarıdan bakıldığında monoton görünen bu iş Dave’in dünyasında bunun tam tersi gibi görünüyor. Galeriye adım attığında aslında sanat dünyasına da kendi bakış açısıyla girmiş oluyor. Sanata uzak bir adam, belki çok iyi bir eğitimden de geçmemiş ama elbette ki bu onun sanatı sorgulamasına engel değil. Bütün bir gününü koruyarak geçirdiği eser ve eserin sahibi sanatçı ile yoğun bir bağ kuran Dave gözlem yeteneği inanılmaz derecede gelişmiş bir adam ve eser sahibinin bu eseri neden yapmış olabileceğini, eserden ne gibi anlamlar çıkarması gerektiğini sorgularken bir dönüşümden geçiyor ve biz izleyenlere de devamlı mesajlar veriyor.
Oyun genel hatlarıyla sanatın neden var olduğunu, tahammülsüzlüğün sanat üzerindeki etkisini, güncel sanatta provakasyon ve sansür kavramlarının işleyişini, bir sanat eserinin nasıl ele alınması gerektiğini sıradan bir adamın gözünden anlatıyor. Ama benim için en önemli mesajı kesinlikle bakış açısının hayatımızdaki etkisinin ne kadar önemli olduğuydu. Baktığınız şeyin ne veya kim olduğunu sorgularken – bu bir sanat eseri de olabilir, bir birey de veya bir olay da – bakış açınızı değiştirmek ve daha da önemlisi empati kurabilmek gerekiyor. Oyun sırasında Dave de somut örneklerle bunu bize gösteriyor ve sadece büyük resme bakmanın yetmeyeceğini anlıyoruz.
Oyuncu İbrahim Selim tek kelimeyle muazzam. Tek kişilik oyunlarda oyuncunun omzuna binen yükü öyle iyi sırtlamış ki dimdik, rahatça anlatıyor hikayesini bize. Ellerini, kollarını, sesini kısacası bedeninin vermiş olduğu nimetleri bir bütünlük içerisinde kullanarak sanki çalıştığı galeride hepimizi gezdiriyor, koruduğu eseri tüm ayrıntılarıyla bize gösteriyor, sergi odasında gün boyu konuştuğu insanlar sanki oradalarmış gibi bize hissettiriyor. Dave’in bütün iyi niyetini, yaşadığı duygusal travmaları, eserle vakit geçirdikçe yaşadığı dönüşümü, gözyaşlarını ve tabii ki bakış açılarını 1 saat boyunca kenetlenmiş halde bize izlettiriyor. Bir sanat eserine bakıp “Bunu ben de yaparım, ne var ki bunda?” diyebilmenin nasıl da büyük bir kibir barındırdığını, sanatçının duygularını, iç dünyasında yaşadıklarını bilmeden yargılama yapmamak gerektiğini bir güzel anlatıyor bize Dave’in o küçük dünyasının içinden.
Oyundan ayrıldıktan sonra aklımda bir kez daha bakış açılarının önemini sorgularken ve gerçekten herkesin sanatçı olamayacağını hatırlarken buldum kendimi. Bu sezon bitmeden Dot takvimini incelemenizi ve en kısa zamanda Bunu Ben De Yaparım’ı izlemeyi kesinlikle denemeniz lazım. Sonrasında ne diyeceğiniz tahmin edebiliyorum: Sanat güzel, sanat iyi ki var!
Yorumlar